(Okuma süresi: 30 dk)
Bölüm 1

Hava güneşli, yollar tıkalı ve insanlar sabırsızdı. Ara sokaklarda olduğu gibi pınar apartmanında da sakin bir gün geçiyordu. O sakinliği bozan ise üçüncü katta oturan Emekli Albay’ın dairesinden gelen seslerdi.
“Gideceksin de ne yapacaksın?” Dedi Huysuz Adam
Mualla: Yeter artık, eşim öldüğünden beri neye heves etsem senin yüzünden yarıda kalıyor. Ben oğlumla Marsilya’ya tatile gidiyorum. Sen gelmezsen gelme. Bir kere de zehir etme şunu.Evden çıktığın yok. Bari kahvehaneye git de okey oyna. Arkadaş edin. Yoksa yalnız öleceksin. Bizimle de gelmiyorsun.
Üzgün halde babasına baktı.
“Senin derdin ne babacım ne olur söylesen?”
Huysuz adam: Benim derdim falan yok. Boş iş bunlar. Dışarı çıkıp ne yapacaksın. Emekli maaşım yetmez zaten.
Mualla: Ben sana yardımcı olurum babacım. Onu sorun etme.
Huysuz A: “Olmaz,sen git” dedi ve burun kıvırdı.
Mualla: Öyle olsun baba. Bu senin tercihin.
Yan odadan içeriye Mualla’nın oğlu Şükrü girdi.
Elinde telefon, mehter marşını açmış “ceddin deden neslin baban” diye bağırarak dedesinin etrafında dönmeye başladı.
Huysuz adam, “Şükrü dur” diye bağırdı.
“Dur çocuk, başımı döndürdün.”
Şükrü dönmeye devam etti.
Hızlı bir hamle ile elinin tersiyle Şükrü’ye yapıştırdı. Torunu yere düşmüştü. Canı da çok yanmıştı. Az da olsa inliyordu. Onun da duyulmasını mehter marşı engelliyordu. Dedesinin yanında ağlayamazdı. O koca adam olmuştu. Askere gitmek istediğini söylese de yaşı 18 olmadan gidemeyeceği söylenmişti ona.
Yüzünü tutarak odadan çıktı.
Dedesi arkadan bağırıyordu.
“Kafamın etini yedi velet. Mualla bu oğluna terbiye ver. Yoksa az önce olduğu gibi ben veririm.”
Mualla çok üzgün ve öfkeliydi. Yavrusuna vuran dedesiydi. Bu nasıl gaddarlık.
“Sen benim babamsın” Dedi.
“Bir insan torununa nasıl vurur. Bunu bir düşün” deyip odanın kapısını suratına kapattı ve gitti.
Huysuz adam homurdanmaya devam ediyordu.
“Bir de kapıyı vuruyor. Menteşesini bozacaksın. Yok yok belli, bunlar hepten terbiyesiz.” Dedi.
İçinden Şükrü’ye sert vurduğu için pişman olmasa da biraz üzülür gibi olmuştu. Ama kibrinden taviz vermedi. Vururum tabi. Gücüm var. Sertim ve bu gençleri iyice dövmek lazım. Ağaç yaşken eğilir. Sonra üstümüze çıkıyorlar dedi içinden.
Demlikten çayını aldı ve dantelli eski yemek masasına oturdu. Çay bardağını sertçe masaya vurdu. Çay, bardağın dışına taşıp elini yaktı. Bu sefer de çay bardağına sinirlenmişti. Sonrasında homurdanarak çayını höpürdetti.
✪ ✪ ✪ ✪ ✪ ✪ ✪ ✪ ✪ ✪ ✪
İki gün geçmişti. Kapının zili çaldı.
Huysuz adam yatağından yorganıyla kalktı ve kapıya yöneldi. “Yine birileri rahatsızlık verecek.” diye söylenmeye başlamıştı bile.
Koridorun duvarındaki yamuk fotoğraf gözden kaçmamıştı. Ama umurunda değil gibiydi.
Elinde bastonuyla öfkeli bir şekilde kapıya varıp açtı.
Karşısındaki torunu Şükrüydü.
“Sen miydin.” dedi boğuk bir sesle.
Şükrü, istemeyerek geldiğini trip atar bir tavırla belli ediyordu.
Huysuz adam yatağına gitmeye başlamıştı bile.
“İçeri geç, ev buz gibi olacak senin yüzünden” demeyi de ihmal etmedi.
Torun, kapıyı kapatıp salona geçti. Günlerden pazartesiydi. Annesi işten gelene kadar okul çıkışı direk dedesine gidiyordu. Salonda oyalanmaya devam etti.
Bir müddet sonra annesi Mualla da geldi. Annesi geldiği için çok mutluydu.
“Salata hazırlama görevini ben alırım dedi.”
Annesinden onay aldıktan sonra bir tarafını kesmeden görevi tamamladı. Annesiyle vakit geçirmeye bayılıyordu. Babasının yokluğunu onunla gideriyordu. Akşam yemeğini hazırlayıp dantelli masayı donattılar. Yemeğin başlaması için dedesinin gelmesi gerekiyordu.
“Hadi oğlum dedeni çağır” dedi Mualla.
Şükrü, yampiri yaparak dedesinin odasına koştu. O tokadı unutmak istiyordu. Dedesi ona bir kere gülse hemen boynuna sarılırdı.
Dedesinin kapısını çaldı. Üç kere tekrarladıktan sonra içeriden hırıltılı bir ses geldi.
“Ses çıkartma yeter. Sen git, geliyorum”
Şükrü sesi duyunca irkildi ve salona dönmeye başladı. Bu sırada sağdaki yamuk çerçeve gözüne takılmıştı.
Bu bir aile fotoğrafıydı. Fotoğrafta dedesi, nenesi, annesi, babası ve tanımadığı biri daha vardı. Daha doğrusu az çok tanıyordu. Erken yaşta ölen dayısıydı. Hayal meyal hatırlıyordu. Bir keresinde misafirliğe gittiğinde yenerli on bir oynatmıştı ona. Dedesi gözüne takıldı. Yine sert bir bakışı vardı ama kalender bir adama benziyordu. En azından asık suratlı değildi.
Bunları düşünürken yatak odasının kapısı açıldı. Tuvaletten çıkınca karanlıkta kalan biri gibi salona koşturdu.
“Oh” dedi.
“Yakalayamadı.” Diye geçirdi içinden. Dedesinden çok korkuyordu.
Yemek masasında sessizce yemek yiyorlardı. Şükrü ses çıkmasın diye yemekleri yavaşça çiğniyordu. Yemek bitmeye yakınken
Mualla “Hadi oğlum elini yüzünü yıka, çantanı al. Doğru arabaya.”
Şükrü: Tamam annecim.
Dedesinin suratına bakmaya cesaret edemeden aşağı fırladı.
“Gitmeden önce sana şu tableti vermek istiyorum.” Dedi Mualla.
“Nasıl bir saçmalık getirdin yine.”
“Seni bir uygulamaya kaydettim. Buradan bir gruba dahil oldun. Yarın akşam 18:00’de seans başlayacak. Hayır diyeceğini biliyorum. Ama bu sana iyi gelecek.”
“İstemem ben. Kalsın”
“Olsun. Ben gene de masanın üstüne bırakıyorum. Merak edersen bakarsın.”
“Boşuna koyma o teknoloji zımbırtısını.”
“Masanın üstüne koydum. 15 gün yokuz. Kendine iyi bak.”
“Hadi git de kafam rahatlasın artık.”
“Oraya varınca konum atarım.” Dedi ve kapıdan hızlıca çıktı.
Bu sırada kapıcıyla çarpıştı.
Kapıcı Necmi: Pardon Mualla Hanım.
Huysuz Adam: Pardon ne demek biliyor musun sen? Ben eşeklik ettim özür dilerim demek. İnsan kendine eşek der mi? Ben sana derim ama. Sakar adam.
“Albay amcanın cinleri tepesinde galiba” dedi kapıcı Necmi.
“Sorun yok Necmi Bey. Babamı boş verin. İşinize devam edin.” dedi ve aşağı indi Mualla.
“Hadi uzatma da ver şu siparişlerimi be adam”
Kapıcı Necmi siparişleri verip hemen tüydü.
“Oh be” dedi.
“Koca, sessiz on beş gün.”
Hızlı adımlarla yatağına koştu. Uzun zamandır hiç bu kadar heyecanlı görülmemişti. Bu haldeyken bile suratı sirke satıyordu.
Bölüm 2

İki gün olmuş, odasından üç kez çıkmıştı. İhtiyaçlarını giderip yatağına yumuluyordu.
Ve kapı bir kere daha açıldı. Bu sefer salona gidiyor gibiydi. Önce mutfağa uğrayıp çay suyu koydu. Sonra salona geçip koltuğa uzandı. Bir sağa döndü bir sola döndü. Hiç de sıkılmışa benzemiyordu. Ama suratındaki meymenetsizlik hep vardı. Arada kalkıp çayı demleyip geldi. Eline kumandayı alıp kanal değiştirmeye başladı.
Kanallara 10-15 saniye bakıp değiştiriyordu. Kiminde gülen aile tablosu görüyordu.
“Uyduruk aldatmacalar, kimse böyle mutlu olamaz.” Diye homurdandı.
Diğer kanala geçti.
Sevginin önemini anlatan bir öğretmen vardı. Gelsin hayat diyordu. Siz güçlü olacaksınız.
“Her koyun kendi bacağından asılır. Önce kendini kurtaracaksın.” Dedi bilmiş bir şekilde.
Başka bir kanala tam geçecekti ki çay demlenmiş içilmeye hazır hale gelmişti. Kumandayı bırakıp paytak paytak çayını almaya koştu. İnce belli bardağı elinde odaya girdi.
“Şu salak cihazı kapatayım kafam şişti.”
Televizyonu kapatıp masaya oturdu.
Kızı Mualla’nın bıraktığı tablet gözüne çarptı. Çay bardağını tabletin üzerine koyarak teknolojik cihazlara verdiği önemi göstermişti.
Mualla, şarjı bitmesin diye fişe takıp gitmişti.
Dördüncü bardağını da bitirdikten sonra beşincisi için mutfağa doğru yola koyuldu. Bu sırada tabletin sesini açmış olmalı ki bildirim sesleri gelmeye başladı.
İçeri girdiğinde
Boğazını temizlemeden hırıltılı bir sesle
“Bu seste ne?”
Sandalyeyi çekip oturdu. Tablete göz atmaya başladı. Birkaç absürt hareketten sonra kullanmayı öğrenir gibi olmuştu.
Uygulamalara dikkatini celp etti.
“pılaye sotore,vehatsap…
Heh buldum galiba.
DERTAPP”
Uygulamaya basınca mesajlaşma ara yüzüne ulaştı. Seans başlangıcı dün olduğundan diğer katılımcılar çoktan başlamışlardı. Huysuz adam, sıkıldığı için biraz bakmaya karar verdi.
“Bu uygulamayı boş insanlar meşgul ediyordur. Bakalım ne yaveler atmışlar.”
Çayını yudumladı ve okumaya koyuldu.
Belkız: Selam arkadaşlar ben Belkız.
Tarkan: Memnun oldum benim adım Tarkan.
Deniz: Arkadaşlar, ben de Deniz.
Belkız: Ekipte bir arkadaş daha olacaktı sanırım doğru mu arkadaşlar?
Tarkan: Evet
Deniz: İleriki zamanda katılır belki. Biz başlayalım bence. Ne dersiniz?
Tarkan: Olur tabi. Birbirimizi tanımamız için sorular soralım bence.
Deniz: İlk ben sorayım o zaman. Belkız, ismin nereden geliyor?
Belkız: Pek bilgim yok ama Kuran-ı Kerimde geçiyormuş. Süleyman peygamberle alakalıydı galiba. Peki sen Deniz, erkek misin kadın mı? İsmin Unisex olduğu için hangisi emin olamadım.
Deniz: Kadınım. Belirtmem gerekiyordu. Çoğu kişi anlayamıyor. Peki sen Tarkan, yoksa Altar’ın oğlu Tarkan’dan mı geliyor 😀
Tarkan: 😀 Hayır. Megastar olandan.
Belkız: O da iyiymiş. Güzel isim bence.
“İşine yarayacak dediği uygulamaya bak. Üç tane kendini bilmez genç, oturmuş goygoy yapıyor. Neyse yatağa geçeyim de oradan devam edeyim okumaya.”
Tableti şarjdan çıkartarak eline aldı. Boğazından gelen garip seslerle koridoru hızlıca geçti. Odasına girdi ve yatağa uzandı. İki yastığı üst üste getirerek arkasına dayadı.
“Hah şimdi oldu”
Okumaya devam etti.
Deniz: Haydi başlıyoruz o zaman. Buraya kayıt olduğumuza göre herkesin tonlarca derdi vardır. Terapi seansları pahalı olduğundan burası gibi ucuz mecraları tercih ediyoruz.
Tarkan: Evet fiyatlar ne uçtu öyle ya.
Belkız: Evet. Gerçi benim o kadar büyük sıkıntılarım yok. Çağrı merkezinde çalışıyorum. Gün boyu herkesin derdini dinlemek zorundayım. Biri de benim halimi hatırımı sormuyor. O yüzden buraya kaydoldum.
Deniz: Sorun değil. Karşılaştığın komik olayları bize anlatırsın. Dengelemiş oluruz 😀
Belkız: 😀 Tamamdır. Siz başlayın aralarda devreye girerim ben.
Deniz: Beni bir yerlerden tanıyor olabilirsiniz aslında.
Tarkan: Nereden?
Deniz: Televizyondan mesela. Beni görmüş olabilirsiniz.
Belkız: Oyuncu musun?
Deniz: Yok hayır. Haber muhabiriyim. Öyleydim yani önceden.
Tarkan: Şimdi değil misin?
Deniz: Ne yazık ki kovuldum.
Belkız: Neden?
Deniz: Taraflı bir kanal olduğu için bazı konulara değinmek tehlikeli olabiliyor. Gerçi sözde tarafsız kanalız diyorlar ama.
Tarkan: Tarafsız kanal yoktur arkadaşlar. Herkes menfaatine göre hareket ediyor. Ne yaptın da kovuldun?
Deniz: Siyasilerin “hayır ben daha doğruyum” manifestolarının arasında kaldım diyelim.
Tarkan: Detay vermeyeceksin yani.
Belkız: Çok üzüldüm Denizcim.
Deniz: İlerleyen seanslarda veririm. Ben tarafsız bir insanım. İnsanlık, adalet için elimden geleni yapmak istiyorum. Ama o işler öyle olmuyor işte. Bir kere de düzgün bir haber yapayım dedim. Açıklama falan da istemeden kovulduğumu sosyal medyadan öğrendim.
Tarkan: Düzgün insanın derdi çok olur derler. Üzüldüm adına.
Deniz: Başkaları gibi bir tarafım olsa bana sahip çıkarlardı. Ama ben herhangi bir tarafın düzgün olduğuna inanmıyorum.
Belkız: Doğru dedin kız. Ben bir tarafı tutuyorum ama senin dediklerinin de farkındayım. Ne yapacaksın peki?
Deniz: Belki kendi haber ajansımı kurarım. Artık dijitalde maliyetsiz yapılabiliyor bu işler.
Tarkan: Vayyy. Sosyal medya muhabiri olacaksın yani. Ben desteklerim seni. Linklerini paylaşırım. Taraf tutmuyorum dedin ama gönlünün kaydığı bir taraf illa vardır.
Deniz: Evet var tabi. Ama gönlümün kaydığı tarafı seçersem eğer, onların yanlışlarını doğruymuş gibi davranmaya mecbur kılıyorlar. Eleştirmeye bir gram izin yok. Yani yanlışa yanlış, doğruya doğru demek için bile tarafsız olunur.
Tarkan: Mantıklı bir bakış açısı.
“Nereye mantıklı. Hangi taraftaysan sonuna kadar savunman gerekir. Ah şu gençler.” diye geçirdi içinden yaşlı adam.”
Belkız: Neyse içimiz kıyıldı kız. Bakın ne anlatıcam. Çağrı merkezindeyken bir arama geldi. Ağlayarak konuşmaya başlayan bir hanımefendi çıktı telefona. Süpürgesi bozulmuş. Bir süpürge için ağlamaya değer mi dedim. O da “Ha yok o yüzden ağlamıyorum. Kocam beni aldattı. Mesajlarını buldum. Sonra da takip ettim. Başkasıyla buluştu.” Dedi. O kadar derdin arasında süpürge tamir ettik. Gerçi fişi prize takmadığı için çalışmıyormuş 😀 Böyle garip bir anıydı işte 😀
Belkız: Fişi prize takmayı unutması komik. Ama kadına üzüldüm. Gitsin boşansın hemen.
Deniz: Parası yokmuş öyle dedi.
Tarkan: Aslında nafaka alabilir.
Deniz: Öyle ama. Gidecek yeri yokmuş. Ailesi kabul etmiyormuş. Sıkışmış kalmış. Mahalle baskısından da çok korkuyormuş.
Belkız: Ne dedin peki?
Deniz: Çağrı merkezinde çalışan biri ne derse onu dedim. Anlıyorum efendim. O kadar.
Tarkan: Seans bitmek üzere bana vakit kalmadı. Yarın benden başlarız o zaman.
Belkız: Wp’ye geçelim diyecem ama konsepte zarar veririz.
Deniz: Doğru dedin. O zaman yarın görüşürüz. Kendinize iyi bakın.
Tarkan: bb
Deniz: bay bay
Belkız: Zzzz
“bb ne demek be. Bu yeni nesli anlamıyorum. Bunların kafalarında tahta eksik.” homurdanmaya devam etti.
“Tuvalet molası” dedi Huysuz Adam. Gürültüden şikayetçiydi ama kimse yokken yapacağı şeyleri sesli ifade ederdi.
Seans 2
Yeleğinin düğmelerini ilikledi. Bastonunu usulce komodine yasladı. Yastıklardan dağ yapıp arkasına dayadı.
İçinden “Dertapp Zamanı” diyordu. Gururundan sıkıldığını bile söylemedi.
“Bu boş cihaz uyku problemime yardımcı olabilir.”
Yorganını üstüne çekti ve fazla zorlanmadan uygulamaya girdi.
Tarkan: Selam arkadaşlar. Bu seansa benimle başlıyoruz.
Belkız: Selam Tarkan. Merakla bekliyoruz.
Deniz: Soruyla başlayalım o zaman. Ne iş yapıyorsun?
Tarkan: Hiç sormayacaksınız sandım 😀 Avukatım.
Belkız: Helal be. Aramızda hukuk mezunu var.
Tarkan: 😀
Deniz: Evet Tarkan, senin sorunun ne?
Tarkan: Aslında bundan size detaylıca bahsedemem.
Belkız: Neden?
Tarkan: Şöyle anlatayım: Ben ücretsiz avukatlık yapan biriyim. Hayattaki amacın insanlığa yardım etmek olduğunu düşünüyorum. Aynı zaman da doğayı, canlıyı da korumak olduğunu. Böyle olunca haliyle peşime mafya takıldı. Tehditlerle çocukcağızı korkutmuşlar. Eğer bu davanın peşinden gidersen sonun olur demişler. Ben de ücretsiz avukatlık programı sayesinde o gencin avukatı oldum. Devlet programıyla gönderildiğim için gencin üzerinden baskıyı kaldırdım. Yani bütün oklar benim üstüme yöneldi.
Belkız: Bu çok tehlikeli. Peşini bırakmalısın.
Tarkan: Bırakamam. Üzerimde çok baskı var ama birileri bunu yapmalı. Kimse hakkını aramak adına bir şey yapmıyor. Mahkeme salonlarında yıllarca sonuçlanmasını bekleyerek geçiremem diyor. Ama bu sadece kötülerin işine geliyor. “Nasıl olsa dava edilmeyeceğim” diye her naneyi yiyorlar.
“Öleceksin, haberin yok çocuk” dedi Yaşlı adam. Bir yandan da perdelerinin tamamını çektiği odasında bir tarafı tam çekemediğinden yatağına ışık geliyordu. Bu onu epeyce uyuz etmişti. Ama kalkmaya da üşeniyordu.
Hayıflana hayıflana konuşuyordu huysuz adam
“Bu gençler kendini akıllı sanıyor. Sonra bir mafyanın kurbanı olacaksın. Ne geçecek eline hiçbir şey. En iyisi, insan kendini düşünmeli. Bak bana, bugüne kadar hiç zor duruma düşmedim. Böyle olacaksın işte.”
Deniz: Öyle diyorsun ama sen yine de dikkatli ol. Bu insanların arkası da kuvvetli olur. Sonra kimse sahip çıkmaz sana. Bana yaptıkları gibi.
Tarkan: Savcı da garip davranıyor zaten. Kesin onu da tehdit ediyorlar. Ben davadan dönmeyeceğim. İnsanların evleri söz konusu. Mahalledekilerin gözünü korkutarak evlerini satmaya ikna ettiler. Bizim genç hariç. Onu sıkıca tembihledim. Davadan çekildiğini ama avukatın bu işi bırakmaya niyetini olmadığını söyle dedim.
Deniz: İyi yapmışsın. En azından onun peşini bırakırlar. Ne olacak şimdi?
Tarkan: Davanın sonuçlanmasına fazla kalmadı. Mahalledeki bütün evleri kurtarabilirim. Ev fiyatları uçmuşken, ev satar gibi kira fiyatı sunulurken o insanların buna ihtiyacı var.
Belkız: Evet ya. Çağrı merkezindeyken gelen bir arama da bunun üzerineydi.
Deniz: Heh tam zamanı. Bize garip anılarından anlat da biraz rahatlayalım 😀
Belkız: 😀 Bir kadın aradı. Televizyon bozuk dedi. Sorunun kaynağını bulmaya çalışırken dertlerinden de bahsediyordu.
Tarkan: Nerede çalışıyorsun sen? Yoksa dertappte mi? 😀
Belkız: Teknoloji firmasında. Ama senin dediğin de doğru olabilir. Belki aranıza sızmışımdır 😀
Deniz: Şakacı şey seni 😀
Belkız: Devam ediyorum. Sonra kadıncağızın evi, arabası varmış. Evlenince kocası üstüne çökmüş. Yatırım yapacam falan demiş saf garibim kadını kandırmış. Bir müddet sonra ev, araba ortadan kaybolmuş ve parada yokmuş. Kocası bir bahane uydurup konuyu kapatıyormuş. Sonra Tv’deki sorunu bulduk. Kumandanın pili bitmiş 😀
Tarkan: Gerçekten bunun için mi aramış. Bence sırf dertleşebilmek için böyle komik sorunlar oluşturuyorlar. Kadının malı mülkü konusuna gelirsek son dönemde bu gibi davalar epey artı. Kendi rızalarıyla evlerini verdikleri için yapılacak bir şey kalmıyor. Kocan bile olsa kimseye kendine ait bir şey vermemelisin. Özellikle maddi durumun iyi değilse.
Deniz: Sahte sevgi bu. Belkız ya. Sen de bizi güldürüyon mu üzüyon mu anlayamadık 😀
Gururunu ifade edecek şekilde başı dikti. Uzun bir müddet sonra tebessüm eder gibiydi.
“Enayi kadın. Yapıyorsun salaklığı sonra ağlıyorsun. Cahil bunlar hep.”
Deniz: Şimdi katılımcılara baktım da H. Adam diye biri konuşmanın başından beri bizi izliyormuş.
Tarkan: H. Adam mı?
Belkız: Hu hu kimsiniz?
Bütün gözler Huysuz adama yönelmişti. O da bunu beklemiyordu. Ne yapacağını bilemedi. Alnındaki kırışıklıklar daha da belirgin oldu. Endişelendiğini gösteriyordu.
H. Adam: Ben
Deniz: Evet, sen?
H. Adam: Emekli Albayım.
Tarkan: Ooo komutanım hoş geldin.
H. Adam: Siz devam edin, boş verin.
Belkız: Neyi boş verelim amca?
H. Adam: Beni.
Tarkan: Olmaz öyle komutanım. Mesela H. Adamdaki H ne demek? Onu söyleyerek başlayabilirsiniz?
H. Adam: Ben katılmadım. Kızımın işi bu. Ben de ne demek olduğunu bilmiyorum.
Huysuz adam o kadar yavaş yazıyordu ki seans bitmek üzereydi.
Tarkan: Neyse sana komutanım diyelim o zaman 😀
H. Adam: 😀 ne demek?
Deniz: Gülücük atmak demek amca.
H. Adam: Bana kim gülücük atabilir. Bir daha denemeyin.
Belkız: İhtiyar biraz sinirli galiba.
H. Adam: İhtiyar senin babandır.
Tarkan: H ne demek şimdi anladım ben de neyse…
Deniz: Süremiz dolmak üzere. H. Adam yarın da gel. Sen epey bir dertli duruyorsun. Rahatlatırız seni.
H. Adam: Siz devam edin. Ben dertli değilim. Sizin yaptığınız ahmaklıkları okumak eğlenceli. O yetiyor bana.
Belkız: Töbe töbe.
Tarkan: Komutanım demiştim. Artık ihtiyar dicem sana haberin olsun.
Deniz: Yarın görüşürüz. Sen gelmesen de olur ihtiyar.
Bölüm 3
Salona girdi. Eski dantelli masasının üstündeki tablete baktı.
“Oh oh şarjı yüzde yüz olmuş.”
Bir ses çıktı.
Drink!
Telefonuna mesaj gelmişti. Kızı Mualla torunu Şükrü ile fotoğraf atmıştı.
“Marsilya’dan selamlar babacım. Şükrünün de çok selamı var. Dediğim gibi konum paylaşmayı ihmal etmiyorum.”
Şükrü, fotoğrafın dedesine gideceğini biliyor olmalı ki iyice somurtmuştu. Daha bu yaşta dedesine benzemeye başlamıştı bile.
“Oraya gittin de ne oldu yani. Yandaki kafede de oturabilirdin. Hep şu gezginci saçmalıklarına özeniyorsunuz. Otur evinde işte. Ne gerek var.”
“Fazla oyalanmayın oralarda”
“Yine başlama baba ya.”
Huysuz adam cevap vermedi. Seans başlamak üzereydi.
Salondaki tekli koltuğa oturdu. Yanında getirdiği kareli battaniyeyi üstüne çekti. İnce belli bardağından çayını höpürdetip uygulamaya giriş yaptı. Bu uygulamada takılmak hoşuna gidiyor gibiydi.
“Geçen gün katılımcıların üstüne çok gittim. Abartmadan devam edeyim yoksa kovulurum. Elimdeki bu zevki kaçırmak istemiyorum” diye düşünüyordu.

Seans 3
Tarkan: Selam arkadaşlar. Bugün bir arama aldım. Bu işin peşini bırakmazsam beni öldüreceklermiş. Hey gidi hey be. Korkacağımı sanıyorlar.
Deniz: Ben yine de çok korktum. Sana zarar verebilirler.
Belkız: Selaaam. Deniz’e katılıyorum. Dikkatli ol Tarkan. Koruma falan talep edebiliyor musun?
Tarkan: Merak etmeyin yarın sonuçlanıyor zaten. Sonrasında onlar kaybedecek, mazlumlar kazanacak.
H. Adam: Bu süre zarfında dışarı çıkma.
Tarkan: Oooo ihtiyar adam benim sağlımı düşünüyor. Biz, senin için ahmak değil miydik?
Belkız: Katılıyorum.
H. Adam: O kadar da değil evladım. Ölmeni istemem tabi. Yaptığın şey enayilik. Kendinden başkasını düşünürsen sen zararlı çıkarsın. Size ihtiyar tavsiyesi.
Tarkan: Ben öyle bir dünyada yaşamaktansa ölmeyi tercih ederim arkadaşlar. Eğer ölürsem sakın üzülmeyin. Yaratanın huzuruna çıktığımda vicdanım rahat olacak.
Deniz: Dindar birisi misin?
Tarkan: Bilirim ama pek maneviyatlı değilim. Kimseyi yargılamadan ilerlemeye çalışıyorum. Yoksa her şey mahvoluyor. İnsan olmak için uğraşıyorum. Dinin emrettiği şeyler de bunlar zaten.
Deniz: Ben de yoga yapıyorum.
Belkız: O nasıl benzetme kız 😀
Tarkan: Yoganın kökeninde bir inanç sistemi var onu mu diyorsun acaba?
Deniz: Onu kastetmedim aslında 😀 Pek dindar değilimdir. Konuyu değiştirmek istedim. Ama bu inanç sistemini merak ettim.
Belkız: Bende
Tarkan: O zaman açıklayayım. Yoga yaptığını söyledin ya büyük ihtimalle Ashtanga Yogadır.
Deniz: Emin değilim ama devam et.
Tarkan: Bu yoganın sekiz basamağı var. Bedenin ve zihnin gelişmesi için oluşturulmuştur. Yani sadece fiziksel gelişim değil, zihnin ve ruhun sağlığı için de fayda sağlıyor. Örnek olarak Birinci basamağı Yama’dan bahsedeyim:
Ahimsa (şiddetsizlik): Kimseye sözlü veya fiziki olarak zarar vermemek ve saygı göstermek demek.
Satya (doğruluk): Yalan söylememek
Asteya (çalmama): Çalmaktan kaçınıp başkalarının haklarına saygılı olmak
Brahmacharya (cinsel kontrol): Cinsel olarak kendimize sahip çıkmamız gerektiğinden bahseder. Uzun bir konudur. Günümüzde yoga öğrenenlerin isteğine bırakılmıştır.
Aparigraha (doyumsuzluktan uzaklaşma): İhtiyacın olmayan şeyden vazgeçip sade bir yaşam sürmekten bahsediyor.
Saucha (temizlik): Hem bedenen hem zihnen temizlenmeyi ifade eder. Sağlıklı olmak için egzersiz yapmayı aşılar.
Belkız: Bunlar uzak doğuda oluyor eminiz değil mi?
Deniz: Açıkçası yoganın bunları aşıladığını tahmin etmemiştim.
Tarkan: Evet üstelik bu sadece birinci basamağı. Son basamağa geldiğimizde egodan sıyrılıp hiçliğe ulaşıyorsun. Tabi bu hiç kolay değil.
Belkız: Tasavvufta da böyle bir şey vardı sanırsam.
Tarkan: Evet, doğru hatırladın. İslam’a ters bir şey göremedim. Her millete peygamber geldiği söyleniyor. Oralara da gelmiş olabilir.
Deniz: Olabilir.
Belkız: Derinlere girmeyelim bence. Bakın ne anlatacağım. Yine bir arama geldi. Kadının temizlik robotu bozulmuş. En azından o öyle söyledi. Neymiş, robot iki kere değil bir kere dönüyormuş.
Deniz: Bozuk mu peki?
Belkız: Yok kız. Doğrusu o zaten. Reklamda farklı gözüküyor diyor. İade edin dedim. “Dışarı çıkabilsem hemen iade edecem” diye karşılık verdi.
Tarkan: Dükkâna gelmeye mi üşeniyormuş 😀
Belkız: Yüzümde morluklar var dedi. Sebebini sordum. Söylemedi.
Tarkan: Numarasını ver polis arkadaşlarla ziyaret edelim.
Belkız: Tekrardan aradığımda bu numara kullanılmamaktadır dedi.
Deniz: Kesin dayak yemiştir zavallı kadın.
H. Adam: Dayak atanı sağlam dövmek lazım. Eski halim olsa alırdım ifadesini.
Belkız: Amca şaşırtıyorsun bizi valla. Senin de iyi bir kalbin var demi?
Belkız’ın bu cümlesi onu derinden yaralamıştı. Kalbinin katılaşmış olma ihtimalini düşünmemişti.
H. Adam: Var tabi.
Tarkan: Hep biz anlatıyoruz. Biraz da sen anlat ihtiyar.
H. Adam: Ne anlatayım.
Deniz: Derdini, sıkıntını paylaşabilirsin. Veya seni mutlu eden şeylerden de bahsedebilirsin. Dedecik.
H. Adam: Rahatım yerinde zaten. Emekliyim.
Tarkan: Evlatların var mı?
H. Adam: Bir kızım bir de torunum var.
Kızı ve torununu düşününce tebessüm etti.
Belkız: Ooo ne güzel. Torununla güzel vakit geçiriyorsundur.
Geçmişe bakıp düşündüğünde torunuyla hep birlikteydi. Ama vakit geçirdiği söylenemezdi.
H. Adam inanmayarak “Evet tabi” dedi. Bu esnada sol omzunu geri atma refleksinde bulunmuştu.
Belkız: Dedemle geçirdiğim günleri unutamıyorum. Onunla balık tutmaya giderdik. Kuşlara yem verirdik. Hatta annemleri kıskandırmak için bana güzel hediyeler alırdı. Rekabetin faydasını da ben görüyordum tabi.
Deniz: Ah be çok imrendim. Benim ki beni pek sevmezdi. Etrafında dolaşmam bile onu rahatsız ediyordu.
H. Adam: Seviyordur seviyordur. Çocukla çocuk mu olsun yani.
Deniz: Anlam veremiyordum ama sonrasında rahmetli Doğan Cüceloğlu’nun tespitiyle karşılaşınca anladım.
Tarkan: Neymiş?
Deniz: Net olarak aktaramayacağım ama şunu söyleyebilirim. Ben bu hayatı yaşadım mı? Diyen biri yok lan yaşamadım diyorsa yaşlanınca asık suratlı bir mendebura dönüşür. Mutlu insan görmeye tahammül edemez. Özellikle gençleri ve çocukları sevmez. Çünkü içi bilir; Yaşanmamış bir yaşam. Ve Erich From der: Yaşanmamış yaşamlar, dünyadaki bütün savaşların ve kötülüklerin temelidir.
Tarkan: Özlü konuşmuş rahmetli.
H. Adam: Savaşın sebebi açgözlü olmaktır. Yaşamakla ne alakası var.
Kurulan cümle onu derinden sarsmıştı. Bunun gerçek olmadığını düşünmek istese de için için kabul ediyordu. Gözleri dolmuştu. Ama kibir ve gururundan taviz veremezdi.
Deniz: İhtiyar yine başladı galiba.
H. Adam: Yok canım. Ben de torunumla eğleniyorum. Bol bol güreşiyoruz.
Belkız: Tamam dede. Sana bir şey demedik ki biz. Niye üstüne alınıyorsun.
Tarkan: Seans bitmek üzere. İhtiyar yavaş yavaş çözülüyorsun. Yarın görüşürüz arkadaşlar.
H. Adam: Görüşmek üzere gençler
Deniz: Bb
Bölüm 4
Seans bitmiş tabletin şarjı çok az kalmıştı. Kaşlarını kaldırdı ve yataktan doğruldu. Komodinin üstündeki bastonunu aldı ve kendini koridora attı. Hızlı adımlarla yürüyorken Şükrü’yü düşünüyordu. Hızlı olmasına rağmen duvardaki fotoğrafla göz göze geldi. Orada ona bakan bir delikanlı vardı. Takım elbisesini giymişti. Yanında da kendisi vardı.
Başını eğdi ve salona yürüdü. Işığı açmaya tenezzül bile etmedi. Elleriyle yemek masasının kenarını buldu ve kendine yön tayin etti. Tableti şarja takmakta zorlansa da ışığı açmamak için direniyordu.
Odadan çıkmaya niyeti yoktu. Sandalyeye oturdu ve düşünmeye başladı.
Bir süre sonra
“Fikret.. oğlumm”
Diye ağlamaklı bir ses duyuldu.
Huysuz adamın gözleri halıya takıldı. Çok eski bir halıydı. Oğlu Fikret’in halının kenarlarındaki desenin içinde araba sürdüğü aklına geldi. Eşi Makbule de İhtiyara “Bu tatilde anamlara Çanakkale’ye gideceğiz. Ona göre.” Diyordu.
“Keşke” dedi ihtiyar.
“Keşke gitseydik be Makbule”
Gözlerinden yaşlar akıyordu.
Çiçeklerin tarafındaki sehpaya baktı.
“Kaç defa dedim ama bu çiçeklere çok fazla su koyuyorsun.”
“Haklısın Makbule. Keşke koymasaydım.”
İhtiyarın yüzünde küçük bir tebessüm oluştu.
Odanın köşesindeki camlı dolap dikkatini çekti. Ayağa kalktı ve dolabın önüne geldi. Sokak lambasının ışığı cama vuruyordu. Dolabı açtı ve uzun süredir bakmadığı mektup kutusunu eline aldı. İçinde onlarca mektup vardı. Her birerini teker teker koklayıp masanın üstüne dizdi. Kutunun içinde küçük bir not defteri vardı. Defteri görür görmez hatırladı. Oğlu askere gitmeden önce birlikte yapılacaklar listesi yapmışlardı. Eğer oğlu askerden dönseydi bu listeyi teker teker yapacaklardı.
Gözleri yaşarmaya başladı.
“Yaşanmamış bir hayat” dedi.
Karanlığın içinde gözleri uzaklara dalmıştı. Zifiri karanlık şekilleniyordu. Bir efe dans ediyordu. Anaokulundaki oğlu Fikret’in siluetiydi bu. Sonrasında dans eden bir çift gördü. İlk başta eşi Makbule sanmıştı. Ama bu oğlu Fikret’in lise son balo dansıydı.
Başı dönmeye başlamıştı. Gözlerini ovuşturup ayağa kalktı. “Bugünlük bu kadarı fazla en iyisi yatayım” diye içinden geçirdi. Elini yüzünü yıkadı ve fazla oyalanmadan kendini yatağa attı.
Gözleri yaşlı, ruhu eksik ve yüzünde küçük bir tebessümle sevdiği insanları düşünürken uyuya kaldı.
Bölüm 5
Güneşli bir güne başlamak kadar güzel bir şey var mı? Sadece vücudun d vitaminine ihtiyacı olduğundan değil, bulutlu günleri telafi eder aynı zamanda. Huysuz Adamın dişleri gözükecek şekilde güldüğü yıllar önce görülmüştü. Bu sabahla birlikte sayaç sıfırlandı. Yaşayamadığı şeyler zamanla içinde birikmiş, birikmiş ve suratına sirayet etmişti. Belki de bunun sebebi erken yaşta eşini ve oğlunu kaybetmesiydi. Belki hayal kurduğu şeyleri onunla yapmak istiyordu.
Kahvaltısını bitirmiş keyif çayını içiyordu. Bir yandan mutfağının camından manzarayı izliyor bir yandan da dün gece gördüğü rüyayı düşünüyordu. Dünkü seansın etkisiyle rüyasında eşi Makbule hanımı görmüştü.
“Karşımdaydı. Her şey bir rüyada olduğunu unutturacak kadar güzeldi.”
Sevgi çölünde yeşillikler bitmeye başlamıştı. Bir sonun işareti olmasını hayatına devam edecek bir başlangıç olarak gördü. Akşamki seansı heyecanla bekliyordu. Prangalarından kurtulmuşçasına içinden ne geliyorsa anlatmak istiyordu.
Kapı ziliyle irkildi. Gittiği dünyadan buraya geri dönmüştü.
“Kim geldi acaba?” dedi.
Tezgâha dayalı bastonunu aldı ve kapıyı açmak için portmantoya vardı.
“Kimsiniz?”
“Eee şey… Kapıcı Necmi”
Kapıyı açtı ve gülek bir suratla
“Hoş geldin Necmi”
Titrek bir sesle
“Bir isteğiniz var mıydı? Üç gündür rahatsızım. Uğrayamadım kusura bakmayın”
“Ne kusuru Necmicim. Sağlığın yerinde olsun da gerisi boş.”
Duyduklarına şaşıran Necmi
“ Öyle mi? Sa.. Sağ olun Albayım. Bir ihtiyacınız yoksa ben gidiyorum.”
“Tamam Necmi. Görüşmek üzere.”
Kapıyı kapattı ve derin bir nefes aldı. Üzerinden büyük bir yük kalkmış gibiydi. Çünkü Necmi’ye yıllarca pislik gibi davranmıştı.
Koridordan geçerken duvardaki yamuk çerçeve dikkatini çekti. Bastonunu bıraktı ve iki eliyle çerçeveyi düzeltti. Parmağıyla eşi Makbule’ye öpücük kondurdu. Yanındaki oğluna da göz kırptı.
Günün geri kalan kısmını salonda geçirmek istiyordu. Bu sefer farklılık olsun diye buzdolabındaki sade sodalardan iki tanesini yanına aldı.
“Farklılık iyidir.”
Homurdanmak yerine boğazdan gülmeyi tercih ediyordu.
“Heh eh eh soda da iyiymiş.”
Tableti eline aldı ve sosyal medya platformlarında gezmeye başladı. Ana sayfada dolaşırken Trink diye bildirim geldi.
Deniz: Tarkan’a silahlı saldırı düzenlenmiş. Haberlerde gördüm.
Huysuz Adam büyük bir telaş içerisinde
“Bir şeyi yok değil mi yiğidimin?”
Deniz: Bilmiyorum ihtiyar.
H. Adam: Bana Bahtiyar diyebilirsin kızım.
Deniz: Tamam Bahtiyar dede. Ben seni bir iki saate haberdar edicem.
H. Adam: Tamam kızım. Belkızdan haber var mı?
Deniz: Seans saati gelmedi daha. Çağrı merkezindedir.
Denizle vedalaştıktan sonra elleri ayakları titremeye başlamıştı.
Anlatacak o kadar şeyim var.
“İyi düşün, iyi olsun Bahtiyar.”
Salonun ortasında bir ileri iki geri şeklinde volta atıyordu.
“Ah Tarkan oğlum dedim ben sana. Zarar görürsün dedim.”
“Peki Tarkan mı suçlu?” Dedi içinden. Onu yalnız bırakan bizdik. Kötülüğe karşı adaleti savunan oydu. Hayatını buna adadığı aklına geldi. Eğer ölürse üzülmememiz gerektiğini yaratanın huzurunda ondan daha bahtiyar biri olamayacağını söylemişti.
“Onurlu ve şerefli bir ölüm.”
Tarkan’a imrenmeye başlamıştı. Onun gözünde saygıdeğerin yanında sevgideğer bir insan olmuştu.
Saatler geçtikçe telaşı arttı. “Kötü haber tez yayılır. Hala bir ses seda yok. Bu iyiye işaret ediyor.” deyip kendini avutuyordu. Televizyonu açıp haberleri kontrol etmeye başladı. Herhangi bir haber kanalı böyle bir haber paylaşmıyordu.
Trink sesiyle sıçradı. Hemen uygulamaya girdi.
Deniz: Bu linke basın @DenizHaberAjansı
İşaret parmağıyla linke bastı ve canlı yayına bağlandı.
“Sevgili izleyiciler, bugün kendisine silahlı saldırı düzenlenen Tarkan ile beraberiz.”
“Oh yaşıyormuş.” Dedi Bahtiyar.
Tarkan: İki araç geldi ve evimi taramaya başladı. Korkunç dakikalar geçirdim.
Deniz: Evet Tarkan bey, saldırının sebebini biliyor musunuz?
Tarkan: Bugün bir dava kazandım da onun kuyruk acısını benden çıkarmak istediler herhâlde.
Deniz: Kazandığınız dava neyle alakalıydı?
Tarkan: Koca bir mahallenin mafya tehdidi sonucu evlerin ve arazilerin zararına satılmasıyla alakalı.
Canlı yayın devam ederken mahalleliler Tarkan’ın evine koşuyordu. Büyük bir sevinç cümbüşü yaşanıyordu.
Yaşlı teyzeler
“Kurban olduğum Allah senden razı olsun.”
“Allah ne muradın varsa versin yavrum”
“Yandaki Hanım kızımızla da çok yakışmışsınız.”
Deniz: Teyzecim ben haber muhabiriyim.
“Olsun kızım. Daha iyi.”
Denizle Tarkan’ın yanakları kızarmıştı bile.
Bu sırada huysuz adam canlı yayına mesaj yazmakla uğraşıyordu.
“Tarkan yiğidim sağlıklı olduğuna çok sevindim.”
Tarkan: Sağ ol İhtiyar.
Deniz: Bahtiyar diyoruz artık
Tarkan: Tamamdır Bahtiyar amca 😀
H.Adam, kendisine gülücük attığını gören Tarkan’a kanı ısınmıştı.
H. Adam: 😀 dedi ve devam etti.
“Belkız’dan haber var mı kızım?”
Deniz: Uygulamaya baktım ama hala çevrimiçi olmadı Bahtiyar dede.
Tarkan: Gelir birazdan herhâlde.
Bahtiyar çok mutluydu. Sabah ki enerjik haline kavuşuyordu.
Kaz ayakları kırışmış, otuz iki dişi görünür vaziyetteydi. Gözü televizyona ilişti.
“Bu haber…”
Kumanda ile sesi açtı. Duymasına duyuyordu ama o sıra sağır olmayı dilemişti içten içe. Yüzündeki güleç surat gitmiş yerine üzgün bir ifade yerleşmişti. Gözleri dolmuş, boşalmak üzereydi.
Canlı yayına mesaj yazdı.
“Z kanalına bakın hemen.”
Deniz: Ne oldu Bahtiyar dede.
H. Adam: Bakın siz.
“Olay gece yarısı gerçekleşmişti. Evinin banyosunda ölü bulunan şahsın bileklerini kestiği öğrenildi. Olay yerinde bir de intihar mektubu yer almaktaydı. Mektupta ise şu yazmaktaydı:
“Elveda hayat. Her şeyini kaybetmiş biri olarak başka çözüm yolu bulamadım. Aldatan bir kocam vardı benim. Sevgimi sömürüp malıma mülküme çöken, sinirlenince döven bir kocam vardı. Kendimden başka kimsem yoktu. Üstelik her şeyin en iyisini bilen bir mahallem vardı. Evde kaldın nidalarıyla uğurlanmıştım evlilik hayatıma. Geri dönme diyen bir ailem vardı. Son günlerimi güzel geçirdim. Denize Tarkan’a ve Huysuz ihtiyara teşekkür ederim. Biliyorum kızacaksınız bana. Ama gerçeği söylesem bu kadar gülebilir miydik seanslarda. Yüzünüzden tebessüm eksik olmasın. Sevdiklerinizle güzel vakit geçirin.
Belkız”
Yanaklarından süzülen damlalar kareli battaniyesine düşüyordu. Tabletine uzandı ve dertapp’a girdi.
Bahtiyar: Allah rahmet eylesin Belkız kızıma.
Tarkan: Âmin
Deniz: En başından beri bize anlattığı hikayelerdeki kadın kendisiymiş.
Tarkan: Bütün o garip hikayelerin içindeymiş.
Deniz: Aldatıldığını tespit etti. Malını mülkünü kocasının üstüne yaptığı için beş parasız kaldı. Mahalle baskısıyla evlendi. Boşandıktan sonra olacaklara katlanamayacak raddeye geldi ve …
Tarkan: Çağrı merkezinde çalışmıyormuş yani.
Bahtiyar: Neden böyle yaptı ki?
Deniz: Biz de onu hor görürüz diye korkmuştur.
Tarkan: Çıldırıcam gerçekten. Haberlerdeki başlığı gördünüz mü? Dertapp intihara mı sürüklüyor?
Deniz: Her zaman sorunu yanlış yerde aradık.
Bahtiyar: Gençler ben çıkıyorum. Hava alıcam. Nefesim daraldı.

Bölüm 6
Sonbaharın etkisiyle hava esiyordu. Üzerinde mavi palto, siyah gözlük ve yeni aldığı simsiyah bastonuyla Fransa’nın kültür başkentindeydi. Hızlı adımlarla küçük kareli taşlarla döşenmiş caddenin sonuna kadar yürüdü. Telefona bakıp yön tayin etmeyi ihmal etmiyordu.
“İki sokak kaldı. Sağ taraftan devam edeyim.”
Caddenin başına geldiğinde şehrin en meşhur otelini gördü. Otelin hemen altında nostaljik bir kafe vardı. Taa oradan mis gibi kahve kokusu geliyordu. “Yanında da makaron ne kadar güzel gider.” diye içinden geçiriyordu.
Bugün günlerden pazartesi. Kızının tatile çıkışının birinci haftası dolmuştu. Deniz ve Tarkan’la birlikte Belkız’ın defin işlemlerini yapalı dört gün geçmişti. Veda mektubunda yazılanlar aklından çıkmıyordu. Kızı Mualla aklına gelip duruyordu. Ona hayatı zindan etmişti. Şimdi ise yaptıklarını telafi etme vaktiydi.
Kafeye yaklaştıkça torunu Şükrü’yü daha net görmeye başladı. Belkız’ın vasiyetini yerine getirmek istiyordu. Ömrünün sonuna kadar kızı Mualla ve torunu Şükrü’nün yanından ayrılmayacaktı. Mendebur muşmula suratlı ihtiyarlıktan Ton ton dedelik mertebesine çıkmıştı.

Biraz daha yaklaşınca
“Hey, Mualla”
“Baba, inanmıyorum. Yanımıza geldin.”
Şükrü yine de dedesine bakmıyordu. Biraz direndikten sonra telefondan gelen ses, Marsilya sokaklarını inletmeye başlayınca sırıtmaya başladı.
“Ceddin deden neslin baban…”
Son
Tayyip Asar (03.04.2023)




Hikaye çok güzeldi. Hayatımızda olan birçok şeye güzel bir eleştiri getirmişsiniz. Elinize , yüreğinize sağlık.
BeğenBeğen