Vahşi batının kavurucu sıcaklığı tenini yakıyordu. Bitkin atının üstünde çaresizce ilerlemeye devam etti. Önündeki yaşlı kasabaya yaklaştı. Cebinden bir defter çıkardı, kısa bir bakış atıp yerine koydu ve düşünmeye başladı. Uzun bir yolculuğun ardından saklanacak bir yer bulması, guruldayan karnına da yarayacaktı. Kanunun geçerliliği kalmadığından etrafı ateşe veren haydutlar çoğalmıştı. Kendisi de bu yağmacılardan kaçıyordu. Annesi ve babası gözleri önünde öldürülmüştü. Haydutların evleri yağmaladığı sırada bir at çalıp yola koyulmuştu.

Halsizliği, vücudunu dik tutamamasından anlaşılıyordu. Kasabanın girişine vardığında sağdaki şerif ofisini gözüne kestirdi ve yaklaştı. Ancak eyerin kopmasıyla dengesini kaybedip attan yüz üstü düştü. Ağzı kumlar içinde kaldı ve kafasını kaldırdı. Biraz sürünerek biraz da emekleyerek ilerledikten sonra şerif ofisinin kapısına vurmaya başladı.

Bir süre sonra kapı açıldı. Karşısında kendisi gibi bir genç vardı.
Nefes nefese bir şekilde “Şerif nerede?” dedi.
“Tam karşınızda genç adam. Benim adım Teo. Bana korkusuz Teo derler. Peki senin adın ne?”
“Marcus…” kelimesini söyledi ve kendini yer çekiminin kollarına bıraktı.
Kendine geldiğinde dudaklarının ıslaklığıyla su ihtiyacının giderildiğini anladı.
“Adın Marcus mu? Demiştin”
“Evet, ben Marcus.”
Teo: Artık daha iyisin. Şuradaki ekmekler ile karnını doyurmalısın. Sana iyi gelecektir.
Tarif edilemez bir iştahla eline aldığı ekmekleri annesinin yemeklerini yer gibi zevkle bitirdi. Yemeği bitmişti ama aklına takılan sorular bitmemişti.
Marcus: Senin yaşındaki birinin şerif olması garip değil mi?
Küçümsendiği için kızan Teo, hızlı bir hamleyle belindeki deri kılıfların arasından çektiği tabancalar ile Marcus’un arkasındaki wanted yazısına iki el ateş etti. Olanlar karşısında irkilen Marcus, olduğu yerden sıçradı. Kimse bir şerife karşı bu şekilde konuşamazdı.
Teo, içine kapanık biriydi ama akranıyla tanışmış olma fırsatını tepmek istemedi. Bir yandan Marcus ile kaynaşıp arkadaş olmak istiyor diğer yandan da Şerif Korkusuz Teo imajını da zedelemek istemiyordu. O yüzden az önce yaptığından pişman halde elindeki tabancaları deri kılıflarına geri koydu ve sandalyeye oturdu.
“Birkaç kişi dışında bütün erkeklerimiz maden kazasında öldü. Haliyle bu sorumluluk da bana kaldı.” dedi Teo.
Marcus: Başka kimse yok mu?
Teo: Var tabi. Ama onların da kendilerine hayrı yok. Şerif olduğuma bakma. Bu kasabanın kadınları çok iyi tüfek kullanır. Kasabama bu şekilde gelmen endişe verici. Senin hikayen ne Marcus?
Uzunca bir iç çekti. O sırada düşünüyor gibiydi.
“Babamla beraber at çiftliği işletiyorduk. Bu sene bizim için güzel geçmişti. Ta ki Forrest ve adamları gelene kadar.”
“O da kim?”
“Bütün bu olanların ele başı. Civardaki kasabalara çoktan saldırdılar bile. Gözümün önünde ailemi öldürdüler. İlk fırsatta ona gününü göstereceğim.”
Dudaklarının arasından çıkan cesaret, yüreğine tepki olarak yapılmış bir hareketti. Çünkü evi, ailesi ve atları yok olmuştu. Bu sebeple korkudan tir tir titriyordu.
“Gel sana kasabayı gezdireyim. Hem bu sırada kasabanın lideri Nadia ile tanışırsın” Dedi Teo.
Şerif ofisinden çıkan Marcus ile Teo, kasabanın içine doğru hareket ettiler. Teo, biraz daha önden yürüyor, etraftaki evlerin sahiplerini sayıyordu.
“Bu soldaki ev, ikiz kardeşler Birdy ve Beryl’ye ait. Sağdaki evde ise kimse yaşamıyor. Eski şerifin eviydi. Maden kazası sırasında içeridekileri kurtarmaya çalışırken hayatını kaybetti.”
Marcus: Onun için üzüldüm.
Yürümeye devam ederlerken çizmelerinden çıkan tozlar arkalarındaki tahta evlerin arasından yukarı doğru yükseliyordu. Teo, bir süre daha ilerledikten sonra solda kalan eski püskü pis evin sahibini açıklamak istemedi. Hatta o tarafa bile bakamıyordu.
Bu duruma şaşıran Marcus, şerif ofisindeyken olanların acısını çıkarmak için bir fırsat yakalamıştı.
“Hey! Şerif Teo, O tarafa niye bakamıyorsun. Yoksa sana uygun görülen sıfatın hakkını vermiyor musun?”
Ne kadar anlatmak istemese de köşeye sıkışmıştı. Yoksa, bir şerif olarak kasabada dikkate alınmazdı.
Sesi titreyerek
“Orası… orası bir adamın evi.”
“Nasıl bir adam?”
“Çirkin bir adam.”
Anlatmaya başlamıştı. Ama Şerif Teo gitmiş yerine çocuk Teo gelmişti.
“Anlatılanlara göre bu adam korkunç biriymiş. Evinden hiç çıkmaz. Yakınında kimse dolaşamaz.”
“Yani hiç görmedin.” Dedi Marcus.
“Evet, ama küçükken evinin etrafında dolaşma hatasına düşmüştüm. Gece vaktiydi. Evin bahçesinden gülme sesleri gelmişti. Ben de bakmaya karar verdim. Çitlerin üstünden geçip sessizce ilerledim. Ancak çıkan seslere yaklaşınca bir gölge belirdi. Ağzım açık kalmıştı. Yaklaşık üç metre boyunda, tırnakları bir pençe gibi keskin ve uzundu. O günü hiç unutamıyorum.”

Marcus, rasyonalist bir kişiliğe sahipti. “Dediklerin mantıklı durmuyor Teo.” Dedi. Bu söz, kasabanın dedikoducularını sinir etmeye yeterdi.
Ailesini, her şeyini kaybetmiş bir gencin korkacak bahanelere ihtiyacı yoktu. Ancak Teo’nun da üstüne gitmeyecekti. Bazı körü körüne bağlılıkları usulca eleştirmek gerektiğini düşünüyordu. Çünkü şu an ne dese Teo inanmayacaktı.
Konuyu değiştirmek için işaret parmağıyla çirkin adamın yanındaki evi gösterdi.
“Şurada kim yaşıyor Teo? Evin eski olmasına çelişik bir biçimde beyaza boyanmış duvarları ve kapısının kırmızı rengi canlı ve güzel dekore edilmiş.”

“Kapısının canlı olmasının sebebi ev sahibi Howles amca. Kendisi felç olduğu için yataktan kalkamıyor. Kasabanın sakinleri bu duruma çok üzüldüler ve yardım etmek için ellerinden geleni yapmak istediler. Kapının rengi de kasabanın lideri Nadia’nın isteği üzere boyandı. Çünkü, Howles Amca’nın tek manzarası bu.”
Kasabadaki birlik beraberlik Marcus’u etkilemişti. Kendi kasabasında fitne fesat kol geziyordu. Bocalayan biri olduğunda bir tekmeyi de onlar vuruyordu. Bu sebeple beraberliğin inşasını sağlayan Nadia’yı çok merak etmişti.
“Bu kadar düşünceli bir lideriniz olduğu için şanslısınız. Onunla tanışmak isterim” Dedi Marcus.
“Bu kadar hevesli olma Marcus. Yardımsever biri olsa da çok ciddi bir insandır.” Dedi Teo.
“Ciddi derken neyi kastediyorsun. Yüzü sirke satan biri mi?”
“Hayır, tam aksine. Güler yüzlü biri. Ciddiliği somurtmakla bağdaştırmak oldukça yanlış. Çünkü bir insan prensipleriyle ciddi olmalı. Nadia’da tam böyle biri.”
Duyduklarıyla aydınlanma yaşayan Marcus, anlatılanları kulağına küpe etti. Taverna ‘ya varana kadar sessizlik hakim oldu.
Teo, Marcus’a ahşap merdivenin orada beklemesini söyledi ve Taverna ‘ya girdi. Bir süre sonra bağrışmalar duyulmaya başlandı. Marcus ise korku içinde Şerif Teo’nun arkasından Tavernaya girmişti.
Tavernanın içindekiler bir anda suspus oldu ve dışarıdan gelen bağrışmalara dikkat kesildiler. Küçük bir detayı kaçırmamak için yavaşça nefes alıyorlardı ve bir yandan ellerini usulca tabancalarına götürüyorlardı. Bunlar, baskınlarla dolu hayatlarının en gözde kurallarıydı. Konar göçer bir Türk’ün atının üstünde uyuması gibi hayatta kalma mücadelesiydi bu.
Dışarıdan yükselen ses “Kaçın! Kaçın! Geliyorlar…” Taverna’ya girerek büyük bir korku saldı. Marcus’u ise kaçan kovalanır misali yine bela bulmuştu. Hatta gelen aynı bela da olabilirdi.
Taverna ’da herkes ne yapması gerektiğini biliyor gibiydi. Teo’nun yolda bahsettiği ikiz kızların sol tarafındaki fıçıları sakinlikle siper yapan kızlar olduğunu anladı. Bunu hep yapıyor gibiydiler.
Elindeki kadehi yudumlayan, sert bakışlı, eğer kasaba gemi olsaydı kaptanı bu kadın olurdu dedirten kişi de Nadia olmalıydı.
Yanındakilere sert çıkışarak “Size Howles’ı buraya taşıyalım demiştim.” Dediği duyuldu.
Teo ise gençliğin verdiği delikanlılıkla Tavernadan dışarı fırladı. Bunu gören Marcus, yalnız kalmamak için ikizlerin yanına geçti. Daha tanışamadıklarından garipsenir konumuna düşmüştü.
Hafif çekimser bir tavırla sırıtarak kendini tanıttı. “Ben Marcus, kasabaya yeni geldim.”
İkizlerden Birdy “İyi o zaman sağ taraftaki ahşap pencereleri kapat. Bir işe yara. Koş!”
Bunu duyan Marcus, salatalık gören kedi gibi sıçradı. Tavernadaki herkesin bir görevi vardı. Masa ve sandalyeleri yan yatırıp siper haline getirenler, teçhizatı sağlamak adına silah ve mermi teminatı yapanlar, dışarıda kalmış olanları kurtarma birimleri ve bizim Marcus’un bir ahşap pencereyi zar zor kapatması.
Dışarıdan bağrışmayla gelen atlı durdu ve Şerif Teo ile konuşmaya başladı. Konuşurlarken Tavernanın girişine kadar geldiler. Bir süre sonra Teo içeri girdi ve elleriyle Marcus’un anlam veremediği birtakım işaretler yaptı. İşaretler her bittiğinde kadınlar şaşırma sesleri çıkarmaya başlıyorlardı. Hatta bazıları siperlere saklanmaya başlamıştı bile.
Şerif hızlıca içeri girdi ve “Zaman yok. Hemen silahlanın! Bu sefer hiç olmadığı kadar ciddi.” Dedi.
Nadia, bu kasabanın lideri olsa da Teo’ya olan saygısı sonsuzdu. Küçük yaşta büyük sorumluluklara maruz kalmıştı. O yüzden dediği her şeyi dikkate alır, yerine getirirdi.
Nadia: “Şerifi duydunuz, yerlerinize geçin!” dedi.
Herkes yerini almıştı. Sesi duyanlar da Taverna ’ya sığındılar. Bir eksik vardı. O da Howles amcaydı. Bunu fark eden Nadia, kurtarma birimine Howles amcayı hala getirmedikleri için kızdı. Bu ekibin arasında Beryl de vardı. Kardeşiyle vedalaşıp harekete geçtiler. Girişe mevzilenen Teo ise kurtarma birimini izliyordu.
Yolun yarısına geldiklerinde kasabanın girişinde atlılar belirdi.
“Hemen geri dönün!!” diye bağırdı Teo.
Bunu duyanlar Taverna ’ya geri kaçtı ama duymayan Berly vardı. O çoktan renkli kapıya varmıştı.
Artık çok geçti. Tavernadakiler yerlerini almışlar ve sessizce gizleniyorlardı. Birdy ise geri gelmeyen kardeşi için endişeleniyordu. Marcus’un eline de bir altıpatlar vermişlerdi. Çizmeleriyle ses çıkartan Teo yerine geçti ve “bu son sesti” dedi.
Kasabaya sessizlik hâkim oldu. Esen rüzgarların uğultusu kum fırtınasının işareti olabilirdi. İç savaş sonrası develerin kaçması sonucunda ortaya çıkan duman bulutu gibiydi.
Atlılar Tavernanın önüne geldiğinde yavaşladılar.
“Liderleri Forrest olmalı” dedi Marcus.
“James “Killer” Miller’a meydan okuyan Forrest mı?” dedi Nadia.
Birdy “Bu ürpertici bir şey” diye karşılık verdi.
Sessizlik bozuldu ve korkunç bağırma sesleri gelmeye başladı. Kırılan şişelerden evlere Molotof attıkları belli oluyordu. Teo, sakinliğini korumaya çalışıyordu. Nadia ve üç kadın üst kata çıktılar. Marcus’un ise eli titriyordu. Bunu gören Birdy “Sakın ıskalayım deme! Kardeşimin senin beceriksizliğin yüzünden ölmesine izin veremem” dedi. Bu kasabada sakinleştirmek bazı kişiler için farklı çalışıyordu.
Yanan evlerden çıkan duman rüzgârın etkisiyle Taverna’ya girdi. Bu sırada aynı anda dört tüfek ateşlenmişti. Dışarıdaki atlar irkilmeye başlamış, Birkaç kişinin de attan düştüğü hissedilmişti. Bir süre sonra kapıdan bir atlı girdi. Sağa sola ateş saçıyordu. Birdy, atlı girer girmez haydudun alnından vurmuştu. Devamında Teo da iki mermi sıktı. Barın arkasına giden atın çok korktuğu belli oluyordu. Bir sağa bir sola çarpıyordu.

Ardından bir atlı daha içeri girdi. Bu sefer ateşe maruz kalan Tavernadakilerdi. Haydut, her ne kadar vurulsa da Birdy’nin omzundan vurmuştu. At ise sağa taraftaki siper masaya düştü. Altında kalan iki kadın vardı. Ezilen kadınlardan birinin bacağı, diğerinin gövdesi atın altında kalmıştı. Acı içinde kalan at ile beraber üç canlı kıvranıyordu.
Üst kattaki ateşlemeler üçe düşmüştü. “Umarım biri vurulmamıştır” dedi Marcus. Arada bir silahını bırakıp çantasından çıkardığı deftere bir şeyler yazıyordu.
Birdy, “Oyalanmayı bırak da ateş et!” dedi.
Bu sırada içeriye Molotof atıldı. Tavernanın ortası alev aldı. Ardından içeri giren iki atlıyla beraber her şey karışmıştı. Elleri titreyen Marcus bir defa bacağa isabet ettirmişti. Silahlar patladı ve yanan atların bara çarpmasıyla dengelerini kaybeden haydutlar yere düştü. Bu sırada sağ taraftan gelen bir kadın elindeki sandalyeyi haydutun kafasına geçirdi. Diğer haydut ise sol taraftaki iki kadını ağır yaralamıştı. Bu adamın işini de Korkusuz Teo halletmişti. Marcus, yanındaki sürahideki suyu yanan yere döktü. Ateş biraz olsun azalmıştı. Teo’nun gerçek bir kahraman olduğunu düşünüyordu.
“Onlara günlerini gösterdik” dedi Birdy.
Üst katta ateşlemeler tekrar dörde çıktı. Ancak dışarıdaki atlılar düşmüyordu. Birbirlerine baktılar ve son mermiyi ateşlediler. İki kişiyi daha düşürmüşlerdi. Ancak mermileri kalmamıştı. Nadia, diğer kadınlara burada kalmalarını, aşağı gidip mühimmat getireceğini söyledi.

Nadia, Pearl Hart veya Annie Oakley gibi ünlü olma peşinde değildi. O sadece vatanını koruyordu. Aşağı indi ve vaziyetin ağırlığını fark etti. Yaralılar, ezilenler ve bayılanlar vardı. Teo, üzerinde asılı duran mermileri Nadia’ya uzattı. Üst kata geri çıkan Nadia ve arkadaşları için ikişer atımlık mermileri bulunuyordu.
Kan kaybeden Birdy “Berly… Berly…” diye sayıklıyordu. Marcus, eline bir bez parçası aldı ve Birdy’nin omzunu sarmaya başladı. Sağ tarafta diğer kadınların yardımıyla atın altından kurtulmuşlardı.
Büyük sona yaklaşılıyordu. Umutları tükenmiş, dışarıda kaç kişi var bilmiyorlardı. Yukarıdaki pencereler kırılmış, odanın içi deliklerle dolmuştu. Dışarıdan gelen ışığın duvarlara yansımasının yanında gerçek delikler de mevcuttu.
Teo’nun ise bu kadar dayanması bile mucizeydi. Yukarıdaki son ateşlemeler yapılınca ayağa kalktı ve çıkışa ilerledi. Gözü dönmüş gibiydi. Dışarı çıktı ve iki tabancayla aralıksız ateş etmeye başladı. Bu sırada aşağı kata inen Nadia, çıkışa ilerliyordu. Marcus elindeki altıpatları Nadia’ya fırlattı. Nadia, gözleriyle minnet duygusunu iletti.
Bu sırada Birdy, sakin ve mayışmış haldeydi. Kan kaybından dolayı başı dönüyor olmalıydı. Marcus’a döndü ve “Al bu silahı, kardeşimi kurtar” dedi. Bütün gücünü harcayan birini geri çeviremezdi. Bu sayede ailesinin intikamını da almış olacaktı. Silahı aldı ve Nadia’nın arkasından çıkışa doğru ilerledi.
Yürüdükçe toz dumanları artıyordu. Kapıdan dışarı çıktı. Kum fırtınasının ortasında gerçekleşen bir çatışmaydı. Sağ tarafa baktığında yerde kıvrılan iki haydut gördü. “Korkusuz Teo vurmuş olmalı” dedi. Sol tarafta ise kendisinin vermiş olduğu altıpatlar ile ateş eden Nadia ve daha ilerisinde ayakta zor durduğu belli olan Teo vardı. Yerdeki ölülere baktığında Forrest’ı göremedi.
Ayakta kalan son iki haydut da yere serildi. Kum fırtınası dinmek üzereydi. Ortalık sakinleşmişti. Korkusuz Teo, arkasını döndü ve Korkusuz bakışını attı. Ancak ayakta duramadı. Gövdesini dik tutsa da bir eliyle yerden destek alıyordu.
Marcus’un aklına Berly geldi. Renkli kapıya doğru ilerlemeye başladı. Bu sırada renkli kapı açılmıştı. Büyük bir inleme koptu. Dışarı çıkan Howlesdı. Kafasına dayanmış silahın saçtığı korkuyla inlemeye devam etti. Forrest, alçaklığını burada da gösteriyordu.
“İndirin silahları yoksa bu zavallı adamı öldürürüm” dedi.
Teo’nun mecali kalmamıştı, kendini yere bıraktı. Nadia ise elindeki silahı yere indirdi.
“Bu adamı öldürürsen yaşamayacağının garantisini veriyorum” dedi Nadia.
Marcus ise kahraman olmak istiyordu.
“Silahını indir yoksa alnından vururum” dedi Marcus. Bu sırada hayatında kullanabileceği bütün cesareti kullanmış olmalıydı.
“Kes sesini velet! yapamayacağın şeyler hakkında konuşma” dedi. Ancak, Marcus’un kahraman olma aşkı korkusunu yenmişti. Silahı ateşlemeye hazırdı. Eli tetiğe gittiği anda Forrest’ın eli çoktan tetikteydi.
İşte o anda bir silah patladı. Herkes birbirine bakıyordu.
Bir müddet sonra Forrest ve Howles yere düştü. Ateş edenin kim olduğu merak ediliyordu. Marcus, Berly’nin ateş etmiş olacağını düşünüyordu. Nadia’nın da aklında o vardı.
Ancak, dikkatli baktıklarında gözleri çekik, biraz çirkin, güleç biri karşılamıştı onları.
Bu kim diye düşünüyorlardı. Adam, topallayarak yaklaşıyordu.
İyice diplerine geldiğinde “Sen kimsin” dedi Nadia.
Bunun üzerine adam, taklit edercesine gülerek “sen kimsin” dedi.
Nadia, biraz düşündükten sonra kim olduğunu anlamıştı. Bu sırada Marcus, Howles Amcanın yanına koştu ve durumunu kontrol etti. Bazı yerlerinde morarmalar mevcuttu. Bugünün vahşiliğine bakacak olursak en hafif zarardı. Aynı şekilde Berly’i de kontrol etmek için renkli kapıya gitti. İçeri girdiğinde baygın halde yerde yatıyordu. Şah damarına bakınca yaşadığını anladı.
Yerde kıvrılan Teo, acı ile mutluluğu birlikte yaşıyordu. Taverna tarafından Birdy’nin sesi geldi.
“Berly! Berly!”
Hızlıca renkli kapıya doğru koştu. Kimseye muhtaç olmadığını gösteren Teo’yu görmemişti bile. Howles’in evine geldiğinde Berly’nin yaşlı adamın yatağında yattığını gördü. Yanında Marcus Howles Amcanın ilaç çekmecesini bulmuş içinden gerekli malzemeleri almıştı.
Birdy geldiği gibi pansuman malzemelerini Marcus’un elinden aldı. Acı ile inleyen yarı baygın Berly, bir şeyler mırıldanıyordu.
Kulak verince “Birdy…. Birdy…” dediği anlaşıldı.
Nadia, haydutların öldüklerinden emin olduktan sonra Teo’nun koluna girerek Taverna’ya taşımaya başladı. Yerde yığılı insanların arasından yavaşça içeri girdiler.
İçeri ise yanan ateş yüzünden pis bir duman kokusuyla dolmuştu. Yerde yatan kadınlar, acı içinde kıvrılan atlar ve ahşapların delik deşik olması hezimetin simgesi olmuştu. Ancak, atların çıkardığı sesler haricinde bir ses çıkmıyordu. Sessiz bir kanıksama söz konusuydu.
Forrest ve adamlarının ölmesiyle birlikte bir dönemin sonuna yeni bir dönemin de başına gelmiştik. Çünkü, Forrest olmak zor değil, olmamak zordu. Kendilerinde kanunsuz bir hayatın verdiği özgürlük ile herkesin hakkına tecavüz edebilme salahiyeti görüyorlardı. Vahşi batıda kötülük namla ilerlerdi. Düzenlenen festivallerde gazetelere “en iyi atış yapan şunlardan şu” diye başlıklar atılırdı. Bunu da gazeteciler vasıtasıyla yapıyordu.
Nadia, sessizliği bozdu. “Herkes Taverna’ya gelsin!”
Bunun üzerine kasaba sakinleri Taverna’ya toplandı. En son Marcus girdi. Girdiği sırada içerideki atların çıkarıldığını, ahşap siperlerin masa haline geri döndüğünü ve pis duman kokusunun güzel kokularla bastırıldığını gördü. İçinden “Herkes nasıl bu kadar hızlı ve ne yapılacağını biliyor” diye geçirdi.
Nadia “Bugün, büyük bir badire atlattık. Kasabada vaaz edecek din adamı olmadığından…”
Marcus, Nadia’nın sözünü keserek “Ben vaaz edebilirim.” Dedi.
Nadia, yaşının küçük olduğundan bahsedecekti ki vaaz edecek başka kimse olmadığından ses etmedi. “O zaman bir sorun kalmadı. Haydi millet işe koyulalım.”
Tavernadan çıkarlarken içerisi pırıl pırıl olmuştu bile. Cenazelerin yakılma işlemleri için harekete geçildi. Nadia ise Howles Amcayı kurtaran adamın koluna girdi. Ve cenazeye davet etti. Adam, söylenenleri biraz yavaş anlıyor gibiydi.

Mezarlığa vardıklarında güneş tam tepedeydi. Bahçeden içeri girer girmez iki kadın soldaki barakaya gitti. Gelirlerken ellerinde yakmak için odun bulunuyordu. Marcus ve Yaralı Teo da yardım etti. Kasabanın şerifi olduğu için bütün konularda sorumluluk üstlenmek onun göreviydi.
“Senin için ‘Korkusuz’ yerine ‘Hor kullanan’ sıfatı daha uygun olur dedi.” Marcus.
Teo “Neyi” dedi.
“Vücudunu” diye ekledi Marcus.
Teo, tebessüm edemeden duramadı.
Tabutlar hazırlandı ve ölüler içine kondu. Bedenleri yanarken tanrının onları kutsaması için dua ettiler. Göz yaşları ile cennette buluşacaklarını muhayyel ettiler.
Şimdi söz Marcustaydı.
Boğazını temizledikten sonra kasaba sakinlerini süzdü ve sesini kalınlaştırarak konuşmaya başladı. Sözlerine İncillerden bölümler anlatarak başladı. Gerçek bir din adamı olmadığı için tam olarak nasıl vaaz edeceğini bilmiyordu. Dört İncil olan Metta, Luka, Marcos ve Yuhanna’dan ayetler okudu. İyilik ve kötülük ayrımı yaptıktan sonra konuşmasına başladı.
“Sayın kasaba sakinleri, Şerif Teo ve Lider Nadia, buraya gelirken bir yıkımdan kaçtım. Ancak buradaki birlik ve beraberlik beni çok etkiledi.”
Eliyle Howles Amcayı kurtaran adamı gösterdi.
“Sizin adınız nedir?” dedi.
Söz söylenmişti ve uzun bir bekleyiş hâkim oldu. Adam, soruyu ölçtü, tarttı ve cevapladı.
“Çirkin Adam derler bana.” Dedi.
Marcus’un şaşırdığı alnındaki çizgilerin belirginleşmesinden anlaşılıyordu. Çirkin diye isim mi olurmuş diye düşündü.
Bu sırada Nadia söze girdi. Yüzünde bir utangaçlık vardı.
“Güzel Çirkin diyelim biz ona.” Dedi.
Marcus, içinden öyle şey mi olur dese de konuyu uzatmak istemiyordu.
“Sözü uzatmadan veda etmek istiyorum. Beni misafir ettiğiniz için hepinize teşekkür ediyorum. Dönmem gereken bir kasaba var. Umarım her şey sizin için iyi olur.” Dedi.
Bu sırada Nadia konuşmaya başladı.
“Bekleyin daha bitmedi. Size bir şey itiraf etmem gerek. Bu gördüğünüz adam -Güzel Çirkini işaret ederek- bir kahramandır. Zamanında büyük bir kusur işledik. Bu dünyalar tatlısı adamı dışladık. Sırf bizden farklı görünüyor, yürüyor, algılıyor diye. Ama bakın bizim en sıkışık olduğumuz zamanda yardımımıza yetişti. Bir alkış istiyorum…”
Herkes var gücüyle alkışladı.
Güzel Çirkin, tebessüm ederek “alkış” dedi.
Herkes Güzel Çirkinin omzuna dokunup teselli ediyordu.
Marcus ise her ne kadar veda etmiş olsa da arka planda ne olduğunu çok merak ediyordu. Herkesle vedalaştıktan sonra Nadia ile kasabanın çıkışına doğru yürümeye başladılar. Konuşma daha çok Güzel Çirkinle ilgiliydi. Şerifin ofisinin önüne geldiklerinde atının ipini çözdü ve bindi.
“Görüşmek üzere Nadia…”
“Kasabanız doğuda kalıyordu değil mi” dedi.
“Evet” dedikten sonra uzun yolculuk başlamıştı.
En azından Nadia öyle sanıyordu.

Marcus, kasaba gözden kaybolana kadar doğuya doğru ilerledi. Daha sonra birden yön değiştirerek kuzeye doğru gitmeye başladı. Kavurucu sıcağın ortasında dinlene dinlene ilerliyordu. Atıyla giderken birden durdu. Çantasından bir defter bir de kalem çıkardı ve bir şeyler yazdı. Bunu sık sık yapıyordu. Sanki anılarını aktarıyordu.
Nadia ise Tavernaya doğru giderken bir şey fark etti. Doğuya doğru giderken yakında bir kasaba yoktu. Üstelik baskından kaçan biri bu kadar uzağa gelemezdi. Bir şeyler dönüyor diye düşündü.
1 AY SONRA
Öğle vakti elindeki tüfeği ile devriye geziyordu. Bir ay önceki baskından dolayı tedbirli olması gerektiğinin farkındaydı. Çıkışa doğru ilerledi. Ufukta bir at arabası belirdi. Yaklaştı. Yaklaştıkça büyüdü. Olması gereken boyuta geldiğinde kasabanın girişine varmıştı.
Tüfeğini at arabasına doğru tutuyordu.
Yüksek bir sesle ” Kimsin?” dedi Nadia.
“Durun Durun ateş etmeyin. Kasabanıza gazete satmaya geldim.Gündem haberler burada. Üstelik sizin kasabanızdan da bahsediyor.
Büyük bir şaşkınlıkla “Bizden mi?” dedi.
“Ver bakalım gazeteyi”
“50 cent efendim”
Cebinden çıkardığı 1 doları adama verdi.
“Üstü kalsın” dedi.
Büyük bir hışımla gazeteyi eline aldı. Büyük ihtimalle baskınla alakalı diye düşündü. Açtı ve okumaya başladı.
✮ ✮ ✮ ✮ ✮ ✮ ✮ ✮ ✮ ✮ ✮ ✮ ✮ ✮ ✮ ✮ ✮ ✮
Western Times Gazetesi
21 Mart 1889
Forrest ve Adamları
Geçen aylarda meydana gelen kazazede kasabası sakinlerine baskın yapıldı. Forrest ve adamları kasabayı ateşe verse de ölümden kaçamadılar. 15 haydutun öldüğü çatışmada kasabadan 6 kişi öldü. Şerifler birliği başkanı, bu durum için üzgün olduklarını taziyelerini kazazede kasabasını sakinlerine sunduğunu ifade etti.
Önce Maden Kazası Sonra Baskın
Temelleri kuvvetlendirilmeyen madende gerçekleşen büyük kaza sonucu 39 erkek, 7 kadın öldü. Ölenlerin arasında kasabanın şerifi de bulunmaktaydı. Neredeyse erkeklerin tamamının öldüğü kasabada yeni şerif Korkusuz Teo oldu. Eski şerifi de kazanın gerçekleştiği günde kahraman olarak anmaktadırlar. Ve şimdi de bir baskın!
Çirkin Adam mı? Batı mı?
Oradaydım. Herkes çok korkmuştu ama bir o kadar da profesyoneldi. Kasabanın kadınları gerçek bir nişancıydı. Bu zamana kadar birçok acı gördüm. İnsanlar öldü, ezildi, atların bacakları kırıldı. Ancak böylesini görmedim. Bizim hikayemiz bir cenaze merasimi sırasında alkışlanan, teselli edilen adam hakkında. Onun adı “Güzel Çirkin”. Evet, garip bir adı var değil mi? Ona önceden Çirkin adam derlermiş.
Küçük yaşta farklı olduğu anlaşılan Güzel Çirkinin lanetli olduğu düşünülmüştü. İlk başta annesi ve babası tarafından dışlanan çocuk terk edilmişti. Zamanında bütün kasaba bu adama lanet etmişti. Aralarında bu adama yardım edenler de mevcuttu. Ancak onlar da bu işi mahalle baskısından korktuklarından çok gizli yapıyorlardı. İşte bu cenaze merasiminde kasaba sakinleri küçük bir alkışla ve teselliyle vicdanlarını rahatlatmıştı.
Bizim masum, mazlum olarak gördüğümüz kasaba sakinleri Forrest ve adamlarının yapmak istediklerinden fazlasını Güzel Çirkin’e yapmıştı. Tek bir an acısız öldürmek yerine bir ömür boyu ızdırap çektirmişlerdi.
Şimdi size sorarım Çirkin olan Adam mı? Batı mı?
Gazeteci: Marcus Eastson
Ölüm Ensesindeyken Şöhret Peşinde!
Marcus, kendi ayakları üzerinde durmak için babasının teklifini reddedip yollara düştü. Nerede bir tehlike olsa gözünü kırpmadan oraya gidiyordu. Orada olanları da gazetede paylaşıyor. Bir haber uğruna hayatını tehlikeye atan Marcus Eastson hakkında ne düşünüyorsunuz? Bence bu delilik. Üstelik şöhrete ihtiyacı yokken. Babası Western Times Gazetesi sahibi John Eastson. Oğluna her ne kadar yalvarsa da gazetenin başına getiremedi. Geçen haftaki röportajda şu sözleri söyledi: Oğlum Marcus için endişeleniyorum. Umarım bir gün kazanılmış şöhreti aramak yerine elindeki şöhreti fark eder ve gazetenin başına geçer” dedi.
Western Times Gazetesi Yazarı : Wilfred Steinbeck
✮ ✮ ✮ ✮ ✮ ✮ ✮ ✮ ✮ ✮ ✮ ✮ ✮ ✮ ✮ ✮ ✮ ✮
(Tayyip Asar, 2022 İstanbul)
Not1:
21 Mart Özel insanlar günü. 21 Mart olmasının sebebi 21. Kromozomlarının 2 tane yerine 3 tane olmalarıdır. Bu sebeple 46 yerine 47 kromozomlu özel insanlara dönüşüyorlar.
Not2:
Batıdan kasıt vahşi batıdır. Hatta bütün insanlıktır. Avrupa anlamında kullanılmamıştır. Karakterimiz Marcus, vahşi batıdan olduğundan halkını eleştirmektedir.
Not3:
Western Konularına meraklıysanız yakın zamanda göz attığım bir tezi sizlerle paylaşmak isterim. Western film afişlerinden film özetlerine oradan da Türk- Amerikan western kültüründen bahsediyor.