Çifte Kavrulmuş Hayaller / hikaye

Tayyip ASAR (İstanbul, 2021)

1

Safranbolu, Karabük ilinin medarı iftarı, emekçilerin yeri. Küçüklüğüm burada geçti. Esnafın samimiyeti beni buraya bağlayan en büyük etkendi. Aradığım sevgi ve değer buradaydı.Tabi bu hep böyle devam etmedi. Büyüdüm ve hayata atıldım. Para kazanıyordum ama mutlu değildim. Sebebi kaybettiğim sevgi olabilirdi. Benim bir şeyler yapmam gerekiyordu. Dünya çapında bir şey. Küçüklüğümden beri futbola aşıktım. Ama iyi oynadığım söylenemezdi. Bize asla vazgeçmememiz söylenirdi. Ama söyleyenler ilk vazgeçenlerdi. Çünkü vazgeçmek gerçeği anlamak demekti. Demek ki benim resim yapmaya yeteneğim yok en iyisi başka şeyle ilgileneyim. Bu hayat felsefesini ayarınca uyguladığınız vakit kayda değer bir teori olduğunu fark edeceksiniz. Ben de futbol oynamamam gerektiğinin farkına varmıştım. Ama teknik analizlerimin ve oyun görüşümün olduğunu düşünüyordum. Safranbolu’da hatırı sayılır eski esnaf yeni iş adamlarıyla buluştum. Onlara projemi anlattım. İlk başta ellerinin tersiyle itseler de çorbada tuzum olsun diye birçok iş adamından sermaye toplamıştım. Dil düşüncenin annesiydi.”Oscar Wilde” Tatlı dil ise çocuğuna nazı geçen anne gibiydi. Bu şekilde binlerce delikten yüzlerce yılan çıkarmıştım. Kazandığım parayı borsada yabancı hisse senetlerinde değerlemeye bırakıp koşulların uygun hale gelmesini bekledim. Bütün Türkiye’yi bir arada toplamam gerektiğinden projem farklı memlekette gerçekleşmeliydi. Bunun için İngiltere’yi seçtim. Premier lig dünya çapında prestije sahipti. Hayalim için ilk adımı atarak İngiltere’ye taşınıp hangi şehre yerleşmem gerektiğini araştırdım. İşimin kolay olmasını istemiyor aksine zor ama güzel olmasını istiyordum. Hukuki ve parasal onaylar alıp deliklerden yılan çıkarmaya devam ettim. Safranboluyu bütün dünyaya tanıtma projem işlemeye devam etti. Bana inanmayanlar elbette ki vardı. En yakın arkadaşım inanmıyordu mesela. Kendime yazık ettiğimi iflas edip intihar etmemden korktuğunu söyleyip duruyordu. Haklı olup olmadığını ileride anlayacağımızı düşünüyorum.  Peki hedefim neydi?

2

AİLE ORTAMI

Hedefim futbol kulübü kurmaktı. Ama bununla yetinmemeliydim. Futbol lisans kurslarına katılarak teknik direktörlük ve spor yönetimi eğitimimi tamamlayıp diplomamı aldım. Hem yöneticilik yapıp hem de teknik direktör olmak hiç kolay olmayacaktı. Ama durmak yok gayret var diyerek işime yoğunlaştım. Bir projeye misyon ve vizyon yüklemek çok önemliydi. Bu işe girme amacım olan sevgi ve değer kavramları bu misyonun temelini oluşturuyordu. Hedefim sevgiye aç insanları bulup onlara değer yüklemek ve topluma kazandırmaktı. Bu söylediğim yanlış bir şey aslında. Birinin değerli olması için insan olması yeterli olmalıydı. Yaşadığımız dünya bu abes durumu olağan hale getirmişti. Saf sevgi ve seviyeli güvenme süreli sadakati sağlamlaştırdı. Etrafıma topladığım insanlar ile büyümeye devam ettik. Satın aldığımız spor tesisinde aile ortamıyla yaşamaya başladık. Yemekte patlıcan ve soğan közlemesi masamızda salata olarak hiç eksik olmazdı. Yeri süpürenden fitness hocasına kadar hepimiz ranzalarda uyuyorduk. Gel zaman git zaman stadyum için çalışmalar nihayete ermiş kırk bin civarı taraftarı barındırabilecek evimizi inşa etmiştik. Tesistekilerle beraber haftada üç gün inşaata çalışmaya gittiğimizi belirtmek isterim. Bu olayda beni sevindiren şey inşaatın erken bitmesi değil, paraya tamah etmeyen bir ekip kurmuş olmamdı. O  kadar şey yazdım ama nereye yerleştiğimi açıklamayı unuttum değil mi? Manchester şehri. Evet, Ronaldo’nun süper yıldız olduğu yer. Dahası Arap şeyhlerinin  satın aldığı Manchester City takımı. Bu devlerin arasında kaybolmak ne kadar kolaysa yukarı çıktığımızda alınacak övgü de o kadar fazlaydı. Tesisi ve stadyumu kurdum. Ama takım nerede ? İşte asıl macera burada başlıyordu.

3

ZOR ON BİRLİ

Sevgi yumağı ile büyüttüğüm tesisin artık bir takıma ihtiyacı vardı. Bunun için ekip kurdum. Safranbolu’yu anlatacak bir amblem olmalıydı. Renkleri ise hem bilgeliği simgeleyip hem de ilçemizi tanıtmalıydı. Aklımıza meşhur safran bitkisi geldi. O bitkiden esinlenerek sarı rengini ilk sıraya yazdık. Çünkü safran elde edilmesi zor bir bitkiydi. Her gün başında beklemezsen aksilikler meydana gelirdi. İşte bu durum bizim geleceğimizi anlatıyordu. İkinci renk ise zamanında külçe külçe altınlar karşılığında satılan bulunması zor mor rengiydi. Mor rengi Türkiye’de fazla itibar görmüyordu. Ama bu riski almaya değerdi. Çünkü bizim kaba saba diye hor gördüğümüz ayı, İskandinav ülkelerinde gücün sembolüydü. Mor rengi bulunması zor olduğundan ülkelerin bayraklarında yer etmiyordu. Üstelik safran çiceğinin dışı da mor renkteydi. Bence mor rengi olgunluğun ve bilgeliğin sembolüydü. Sıra üçüncü renge gelmişti. Genelde takımlar siyah rengi tercih ediyorlardı. Ben beyaz rengin olması taraftarıydım. Çünkü beyaz diğer renkleri bünyesinde barındırıyor ve birlikteliği simgeliyordu. Amblem ve formaları ayarlasak da İngiltere’de liglere dahil olmak o kadar kolay değildi. Oradaki halkın benimsemesi gerekiyordu. Neyse ki haftada dört gün düzenlediğimiz aş dağıtımı faaliyetimiz, ruhsuz ve saldırgan olan evsizleri yatıştırmıştı. Bu sayede bölgedeki insanlar bizi sevmeye başladılar. Ligde yer almak için yaptığımız başvuru dördüncü denememizde başarılı olmuştu. Size bahsettiğim evsizler ileride çok işime yarayacaktı. Jamie Vardy nasıl bir fabrika işçisiyken keşfedilmişse benim de öyle insanlara ihtiyacım vardı. Sokak sokak dolaşıp yetenek avına çıkmıştık. Özellikle evsizler kalacak yerleri olacağını duyunca yeteneği olmasa bile etrafımıza üşüşüp topla hareketler yapıyorlardı. Uyuşturucu ile kafasını bozmuş biri ile tanıştım. Gözleri daha yapmam gereken şeyler vardı ama bu illet benden hayatımı çaldı diye bakıyordu. Kaleci olduğunu işittiğimden takıma gelmesini teklif ettim. Ama bundan önce hastaneye yatıp temizlenmeliydi. Bütün uğraşlarım sonucunda zor da olsa ikna ettim. Adı Clarke’dı ve 37 yaşındaydı. Hastanede onunla ilgilenirken bana arkadaşlarından bahsetti. Kendisi gibi futboldan uzak kalmak durumunda kalan kişilerden. Bir gün bu takımı keşlerden mi kurdun sorularını daha sorulmadan kafamda def etmiştim. Çünkü asıl gayem insan kazanmaktı. Benim için tatmin olmak böyle bir şeydi. Bunlar beşli arkadaş grubuymuş İngiltere’nin üçüncü liginde top koşturmuş sonrada bağımlı olmuşlardı. Onlar ile teker teker görüştüm. Moore, Swift, Middleton ve Marsden. Onları ikna etmek ve temizlemek için harcadığım çaba ile iki tane 2.lig futbolcusu alabilirdim herhâlde. Ama dediğim gibi öncelik insan kurtarmaktı. İlk on bire altı kişi bulmuştum. Tabi zaman ilerliyordu ve ligin başlamasına az kalmıştı. Saydığım kişiler eski futbolcu olduğundan lisansları kolay çıkmıştı. Ama defansa uzun boylu adam seçerken seçeneklerim arasında kargocu bile olduğundan lisanslarını çıkarmak çok zor olmuştu. Altyapıda değer görmemiş senden olmaz denmiş çocukları haneme katmıştım. İşin zor tarafı topladığım on bir kişinin ruhsal ve fiziksel takibini yapmaktı. Paspas çeken Tahsin abi ile motivasyon konuşmaları yapardık. Durumun vahimliğini siz düşünün artık. Ne yaptım ettim. Lig maratonuna girdim. İlk on bir: Kaleci (Evsiz Clarke), Defans (Kurye Bremner), Defans (Üniversite öğrencisi Drew) -sol ve sağ bek sözleşmesi biten altyapı oyuncularıydı.-(Atkins ve Faulkner), orta saha (Boksör Middleton ve Ambulans şoförü Lavery) Sol kanat (Yazar Swift) sağ kanadın adını hatırlayamadım. Forvette ise (Marangoz Moore) ile ( Youtuber Marsden) yer alıyordu. Futbol takımından ziyade farklı mesleklerdeki insanlar ile vakit geçirme derneği gibiydik. Çoğu bağımlı olduğundan devletin sosyalleşme politikası sonucu bu meslekleri edinmişlerdi. Kadromuz da hazır olduğuna göre başlayabilirdik.

4

DAHA HAZIR DEĞİLİZ

Lig başlamadan evvelki hafta bir turnuvaya katıldık. İlk maçı son dakikalarda gol atarak kazandık. İkinci maç öyle olmadı. 13, 35 ve 52.ci dakikalarda yediğimiz gollerle bir güzel yenildik. Üçüncü maçta bir gol atsak da 34 ve 56.cı dakikalarda gol yiyerek mağlup olup turnuvaya veda ettik. Üç maçta 6 gol yemiş 2 de gol  atabilmiştik. Oyuncularım tecrübe kazanmış ve yenilmenin sinir bozuculuğunu tatmışlardı. Bu işin daha başında olduğumuzdan olgunlukla karşıladım. Markalaşmak için Safranbolu’ya ziyaretlerimi arttırmıştım. Oradaki safran üreticileriyle konuşup takımın takma adının SAFRAN olmasına karar verdik. Maçlar başlamadan önce rakip takıma ve seyircilere çifte kavrulmuş lokum ikram etmeye başladık. Böylece dünya tanımasa da bölge halkı tanımaya başlamıştı. Takımı ziyarete gelenler Türkiye’den lokum sipariş etmek için sıraya dizilmişti. Kurumsallaşmak benim için çok önemliydi. Emirler yağdırmak değildi hedefim. Herkes ne yapacağını bildiği sürece aksilik olmayacaktı. Lokum satışları devam ediyor esnafın gönlünü fethediyordum. Bu sayede altı ay sonra  esnafla anlaşıp  bölgede iki üç Lokum dükkanı açtık. Hem takımın aksesuar ve formalarını satıyor hem de lokum ticareti yapıyorduk. Ligin başlamasına bir hafta kalmıştı. Gereken şey sabırdı. Acaba başarabilecek miydik?

Devamı yakında…