Ön yargı (Prejudice) / hikaye

Tayyip ASAR (Ocak, 2022)

     Uzun açık kahve paltomu, içimdeki mavi takım elbiseyi göstermeyecek şekilde kapattım. Dışı sapsarı bir dükkâna girdim. İçi, dışı kadar canlı olmasa da renk cümbüşü yaşamış nesneler vardı etrafta.

Dükkân sahibi: Buyurun ne istemiştiniz?

Ben: Hmm… şey… bir fötr şapka yanında da aynı renk kravat.

Dükkân sahibi: İşte burada efendim.

Ben: Yalnız bu kravat düz.

Dükkân sahibi: Evet efendim.

Ben: Beyefendi, benim gömleğim düz olduğu için kravatın çizgili olması lazım.

Dükkân sahibi biraz alınır gibi olsa da afralı tafralı şekilde depoya bakıp geleceğim dedi ve kapının arkasındaki merdivenden indi. Ben de o sırada etrafı didiklemeye başladım. Rengarenk şapkalar, küçük tatlı hediyelik eşyalar hatta antika cep saatleri bile vardı. Pantolonlar ise pek matah bir şeye benzemiyordu derken dikkatimi bir şey çekti. Pantolonların arasında saklanmış bir bez parçası. Üzerinde kurumuş kan vardı. O sırada dükkânın sağ üst köşesinde asılı televizyondan çıkan “Murder suspect” ifadesi ruh halimi açıklıyordu. Sonra saçmalama dedim kendime. Adamın burnu kanamıştır. Aklımla saçmalama desem de gözlerimle başka kanıtlar arıyordum. Adam dükkâna girdiğimden beri nazik davransa da sinsi naziklik kategorisine girebileceğini düşündüm. Dükkânın tabanı ahşaptandı. Ama biraz koyu renkteydi. Sanki paspas çekilmiş gibi. Yerin ıslaklığının arasında az da olsa kırmızılıklar vardı. Bu kırmızılıklar, kan damlalarına benziyordu. Kan parçalarına benzeyen noktaları takip edince dükkânın arka tarafına adamın indiği depoya gittiğini anladım. Bir yandan düşüncelerimle cebelleşiyor bir yandan da televizyon çalmaya devam ediyordu. “I am a bit scared”( biraz korkuyorum) diyordu.  Bu iyi bir şeydi aslında. Hala “I am a scared” demiyordum. Merdivenin gacırdaması, adam yukarı çıkmaya başladığı andan itibaren belirli bir senkronla artmaya başladı. Arttı. Arttı. Artarak arttı derken elinde bir kravat ile karşıma çıktı. Derin bir nefes aldım.

Dükkân sahibi: Bu nasıl efendim?

Ben: Evet. Bu çok güzelmiş. Bu renklere uygun bir cep saati almak istiyorum.

Dükkân sahibi: Elimizde kalmadı efendim. Ama yine de iki sokak ötedeki dükkanımıza bakıp   geleyim.

Ben: Olur çok teşekkür ederim.

Üst katta olmadığını bildiğimden zaman kazanmak için istemiştim cep saatini. Ama tahmin ettiğimden daha iyisi oldu. Adam dükkândan çıktı.  Niye bu kadar sorguluyorum ki? Başım derde girmeden ayrılmalıydım buradan. “Peki ya katledilenler?” dedim kendime. Sabah akşam didiniyordum faydalı insan, faydalı toplum diye. Eleştiriyordum bireysel faydacıları. O yüzden gitmemeye karar verdim. İyiliğim cezasız kalmayacak olsa bile en yakın arkadaşım olan vicdanım ile dostluğumu pekiştirmiş olacaktım.

Adam dükkândan çıktığı gibi fırladım. Dükkâna dönmeden işimi halledemezsem durumu anlayabilirdi. Hızlıca kan izlerini takip ettim. Ahenkli adımlarla gıcırdayan merdivenden inerken tuttuğum ritim beni geçip, çoktan aşağıya inmişti. Biraz esprili biraz pervasız rolü yaparak bu gerilimi hafifletmek için elimden geleni yapıyordum. Ancak gördüğüm kan oranı bir insandan fazlası dedirttiği için tedirginliğimi saklayamıyordum. Aşağı inince uzunca bir koridor karşıladı beni. Sanki upuzun bir tünel gibiydi. Nemli ve rutubetli hava, ağır kan kokusu ile birleşince burası kasap dükkânı olmalıydı dedirtiyordu. Koridordaki pusluluk tüylerimi diken diken etmişti. Hava soğumuş, vücuduma şok etkisi yapmıştı. Hızlı atan kalbim soğuktan titreyen ellerim ve muğlak fikirlerimle dar uzun koridorda ilerliyordum. Sağında ve solunda haddinden fazla kapı vardı. Yerdeki kan izleri ise hala devam ediyordu.  Bu kadar kan, kimden çıktı dedim kendime. Yerde artık kan izi yoktu. Oluk oluktu her yer. Ayakkabımın tabanı, ayağım her kalktığında şıpır şıpır sesler çıkarıyordu. Neyse ki kanlar ile devam eden kapıya vardım. Kapı, çevirmeli yuvarlak kulplu, gri ile yeşilin karışımı renge sahipti. Her şeyi bırakıp buradan çıkasım geldi. Dünyada fikirlere söz geçirilemediği gibi ben de düşüncelerime söz geçiremiyordum. Kararımı verdim ve elimi kapının kulpuna uzattım. Açacağım derken geldiğim yol tarafından bir ışık gözüme çarptı. Sanki bir fenerin ışığıydı. Karanlığın içinde biri vardı. Yavaşça belirmeye başladı. “Hey ne yapıyorsun burada?” diye bir ses ile tamamladı kendini. Tanıdık bir sese benziyordu. Dükkân sahibinin sesiydi bu.

Dükkân Sahibi: Beyefendi burada ne yapıyorsunuz?

Ben: Her şeyi gördüm. Kanlı mendil, kan izleri üstelik bakın oluk oluk.

Dükkân Sahibi: Nasıl göründüğünün farkındayım. Ama izin verin anlatayım.

Ben: Neyi anlatacaksın psikopat bir seri katil olduğunu mu?

Dükkân Sahibi: Burası dizi seti efendim.

Ben: Nasıl yani bunların hepsi yapmacık mı?

Dükkân Sahibi: Tabi ki. Dükkân gelirleri malum yetmiyor refahım sarsılıyordu. Ben de aşağı katı kiraya verdim. Burası eskiden kalma doğal afetler veya savaşlar için kullanılan bir sığınak.

Ben: Artık diziler yapmacık platolarda ve rollerde oynatılmıyor mu? Cinsellik de cabası.

Dükkân Sahibi: Dediğinizde haklısınız efendim. Ama emek veren sektör kurtarıcılarının da hakkını yemeyelim bence.

Adamın masum olduğuna hala emin olamamıştım. Bir anda aklıma geldi.

Ben: Peki siz buraya nasıl geldiniz? Merdivenden gacırdama sesleri çıkmadı.

Oldukça emin tavırlarla merdivenin sağ tarafındaki kapıyı gösterdi.

Dükkân Sahibi: Bakın efendim. Buradaki kapıdan geldim. Set mekânı olduğu için yan odadaki bozuk asansörü tamir ettirdiler.

Ben: Yani senin dediğine göre bu kapının arkasında set malzemeleri var öyle mi?

Dükkân Sahibi: Evet efendim. Rahatlıkla bakabilirsiniz.

Tedirgin olsam da kapıyı yavaşça açtım. Gerçekten de doğruyu söylüyordu. Uzatma kabloları, birkaç klaket, ışıklandırma sistemi gibi ekipmanları gördüm. Yerdeki kanlar biraz cıvıktı. Yani dedikleri doğruydu. Derin bir nefes alarak rahatladım. Dükkân sahibine suçlayıcı ifadeyle baktığım için üzgündüm. Demek ki adam hakkında yanlış düşünmüşüm. Günümüzde naziklik o kadar az bulunuyordu ki nazik davranan birinin suçlu olabileceği geldi aklıma. Ne kadar acı. Zihinlerimizin kodlamalarıyla oynamışlardı adeta. Yabancı güçler değil, aksine biz yapmıştık bunu.  İzin vermiştik korkularımızın bizi sarmasına. Bütün vücudumuza şamil olmasına. Bilinmeyenden korkardık.

Merdivenden çıkmaya başladık. Gıcırdılar eşliğinde sohbet ediyorduk.

(Mahcup halde)

Ben: Kusura bakmayın kötü düşünmek için biraz ipucu olsa da ön yargımın peşinden gittim. Sizi suçlayıcı tavırlar sergiledim. Biz insanlar bilmediğimiz şeyden korkarız.

( Sessiz ve sakin bir şekilde)

Dükkân Sahibi: Evet efendim haklısınız.

Karşılıklı bir şekilde hoşça konuşmaya başladık. Sohbet koyulaşmıştı artık. Ben ise coşmuştum.

Ben: Bu sebeple kendi dünyamızın etrafına sur çeviririz. Kim ki oraya aykırı ise ya kovarız…

Tak… Tak…  (Silah sesi)

(Sesi kısılmış halde)

Ben: Ya da zarar veririz…

Ne olduğunu anlamam için sırtımdaki sıcaklığa dokunmam yeterliydi. Elimi sırtımdan çektim ve kanın koyuluğunu ve kokusunu burnumda hissettim. Adama onca şey sormuştum. Ama kokunun sebebini sormamıştım. Bu hata, bana pahalıya mal oldu. Bedenim kendini merdivenden aşağıya bıraktı. Dükkân sahibi belimden kavradı ve yavaşça aşağıya sürüklemeye başladı. Başım dönüyor, halsizliğimi ayak tırnağıma kadar hissediyordum. “Katil” dedim. Bağırmak istiyordum ama gücüm yetmiyordu. O sırada dükkâna biri   girmiş olmalı ki yukarıdan sesler gelmeye başladı. Katil, sesi fark etti ve ağzımı bantlayıp yukarı çıktı. Yukarı çıkmadan önce de almaya gittiği cep saati elime sokuşturdu ve şöyle dedi.” Son dakikalarını buradan takip edebilirsin.”

Katil, yukarıda bir adamla konuşmaya başladı. Çok iyi duymasam da “Aşağıda çekim var. Çıkan sesler için kusura bakmayın lütfen. İsterseniz dışarıda konuşmaya devam edelim.” Bu cümlelerden sonra televizyonun sesini epeyce açtı ve dışarı çıktı. Elimdeki kan, cep saatini kirletiyordu. Ne kadar güzel bir saatmiş dedim.

Gözlerimden yaşlar akarken yüzümde bir tebessüm vardı. Bugün yaptığım hatalar film şeridi gibi gözümün önünden geçiyordu. Sinematografik hayatım olmasa da bugün için olduğunu söyleyebilirdim. Düşüncelerimle televizyonun sesi karışıyordu. Çıkan ses ise şuydu: “(Wherever you run into it, Prejudice always obscures the truth.” (Olayı nereye çekerseniz çekin, ön yargı gerçeği hep saklar.) [1]Yine yanılmıyordu çıkan ses. Düşüncelerimin tercümanı olmuştu. Ön yargı dediğimiz şey, iyi anlamda da kötü anlamda da olabilirdi.

Soğuyan bedenimde yankılanan son düşünceler ise her şeyi anlatıyordu. Önyargı, kalıpyargılardan beslenilerek hissedilen duyguydu. Nefret-Sevgi, Öfke-Sükûnet, tiksinme…

Sevginin kuvveti ile gerçekleri arama dileğiyle saygılarımla…


[1] 12 Kızgın Adam filminden bir alıntı