Lisan-ı Atomca / deneme

Şükrü GÜNGÖR (Endonezya, 2022)

Çok eski zamanlarda yeryüzün ilk yaratıldığı vakitlerde yaratan suyu var ederek ilk canlıları meydana getirdi. Bakteriler, mikroorganizmalar derken canlılar çoğala çoğala bir ekosistem oluşturdular. İnsan denilen varlıktan önce gizemli ve farklı birçok varlık gelip geçti. Ama bu varlıklar. kendilerine faydalı olan bizlerin değerini iyi biliyorlardı. Sahi biz kimiz?

Biz şu an etrafınızdaki her şeyin içinde bulunan maddenin en küçük yapı birimi atomlarız. Her şeyde, her yer de varız. İnsanoğlu bizi daha sonraları öğrendi.

Nerede kalmıştık? İnsanoğlu dünyaya indirildiği vakit bugünkü gibi nankör, acımasız ve savurgan değildi. Son derece naif, nazik ve bir o kadar merhametliydi. Sonra ne oldu bilemiyorum. İnsanlar kavimlere ayrıldılar. Çeşitli icatlar ve buluşlarda bulundular. Bunun yanında hayvanları avlayıp, ağaç parçalarından savaş aletleri yaptılar. Korunmak için küçük alanlar oluşturdular. Buraya kadar her şey gayet normal.

 Şimdi bana dönelim. Ben havanın içinde var olan oksijenin en küçük atom parçası akumu”. Size bunları neden mi anlatıyorum? Bu dünyanın değişimini, insanlığın gelişimini bir de benden duyun istedim. İnsanlık kendi kendine yeterken bir anda o dönemin çılgın insanlarından biri tohum yetiştirmeyi, hayvanları evcilleştirmeyi akıl ediverdi. Ve o büyük değişimi başlattı. Bolluk bereket ve mutluluk. Buğday dolu araziler, temiz su kenarlarına kurulan küçük yerleşkeler…

Artık sayıları artan insanlar için yönetilme ihtiyacı meydana geldi. Bilim bakalım ne oldu? Küçük küçük devletçikler oluştu. Hep bir arada yaşayan insanoğlu, artık birbirlerinden ayrılmaya başladı. Bu böyle basit bir ayrılma da değil. Dini, kültürel, fiziksel ve düşüncesel olarak ayrımalar başladı.

Malum ben havanın içinde olduğum için herkesi görüyorum ve biliyorum. Bilemediğim kısımları zaten arkadaşlardan öğreniyorum. Bizim çok sıkı, sağlam bir iletişimimiz var. Belki bana gizli ajan da diyebilirsin. Mesela sen şu an bu metni okurken tam bu noktada ● ortalama 20 veya 30 kez beni ve arkadaşlarımı nefes almak suretiyle içine çektin. Şu an arkadaşlarım ile alyuvarlarında vücuduna dağılmış durumdayız. Ama korkma biz den sana zarar gelmez. Ben karbon dönüşümüyle yine seni ziyaret ederim. İnsanlar dediğim gibi ayrılmaya başladılar. Sonuç ne mi oldu? O nazik, zararsız, hoş görülü insan -ki yeryüzünün en şereflisidir- kendi arkadaşlarını öldürür oldu. Her yerde kan, göz yaşı ve masumların çığlıkları…

Biz arkadaşlarla şaşkınlık içinde izledik. Ama insanoğlu hiç durmadı. Her zaman kendisiyle savaştı. Sizin hırs dediğiniz şey yüzünden dünya da var olan kaynakların tamamını elde etmek için savaştılar. Savaşın sonucunda yeni teknolojiler meydana geldi. Kılıç, ok , kalkan ve daha bir çoğu…

Yeni madenler, yeni buluşlar ve yeni savaşlar…

 Her şey bitti derken bir sebepten dolayı tekrar savaş meydana geliyordu. Bunun en kötü tarafı neydi biliyor musun? Her savaş eskiye nazaran daha yıkıcı ve daha acımasız bir hal alıyordu. İnsanoğlu son 300 yılda savaş olmadan sadece 26 gün geçirdi. Düşünsene tam olarak bir ay bile değil. O da ufak tefek tartışmalar olduğu halde. Acaba insanoğlu ne istiyordu? Bütün dünyayı aldığı zaman ne olacaktı? Bazı insanları gördüm. Dünyaya sahip olmaktan ziyade içinde bulunduğu anın değerini bilen, kendi türünü seven onlara yardım etmeye çalışan insanlar. Nedense   çok mutlu görünüyordu. Acaba diğer insanlar bu insanları bilmiyorlar mıydı?

Biz kendimize bu soruyu sorarken yardımsever insanlar, halk arasında çok sevilmeye başlandı. Biz de mutlu olduk.  Hatta aramızda kalsın, hep onları takip ediyorduk. Herkes de bir sevgi muhabbet oluşmuş, birbirlerine güzel davranışlar sergiliyorlardı. Tamam dedik, bu sefer her şey yoluna girecek insanlar düzeliyor. Fazla bir süre geçmeden dünya için savaşan o güçlü insanlar, siz insanların dediği tabirle halk kahramanlarını ortadan kaldırdılar. Hepsini sürgünlerle, çeşitli politikalarla halktan soyutladılar.

Bazen gökyüzünden oradan oraya gezerken sizin ateş böceği diye isim verdiğiniz canlıları görüyorum. Çok güzel canlılar. Meğer bu böcekler hayatlarını devam ettirmek için bu ışıkları kullanıyorlarmış. Dişileri etkilemek ve umutlarını, hayallerini geleceğini yaşatmak için… Bunu yaparken başka canlılara zarar da vermiyorlardı.  Çok ilginç değil mi?  İşte ben bu yüzden onlara umut böceği, yaktıkları ışığa da umut ışığı  diyorum. Her zaman da umudun var olduğuna inanmışımdır.

Peki hayvanlardan farklı ve onlardan üstün olarak, akıllarını kullanabilen insanlar, sizler neden bunu yapmıyorsunuz? Üstelik bir ışıktan daha fazlasını yakabilecek kudrete sahipken.

Zengin olan bir kişinin midesi 2 veya 4 litre gıda alabilir. Ama garip olan şu ki fakir olan bir kişide aynı oranda midesine gıda alabilir. O zaman zengin insan neden zengin? Her hâlükârda aynı miktar da tüketecek sadece giren besin farklı.

    Bunlara karşı çıkan halk kahramanları bence bu sırrı keşfetmişler. Bu yüzden dünyayı farklı bir gözden bakarak daha güzel bir hale getirmeye çalışıyorlar. İnsanın insandan üstün olmadığını görebiliyorlar. Ama güçlülerin gözleri kör olmuş, her zaman zayıfları eziyor. İnsanoğlu bu çekişmelerle eviriledursun dünyada yeni şeyler olmaya başladı. Çeşitli isimlerle kurulan insan devletleri içerisine, her devirde bir halk kahramanı gönderildi. İsimleri her devlette farklı ama gayeleri aynı olan iyi kalpli güzel insanlar.

Genel olarak hepsi dünyanın gelip geçi olduğunu, her canlının bir gün öleceğini, doğru insanların sonsuz, güzel bir hayat ile mükâfatlandırılacağını, kötülerin ise cezalandırılacağını söylediler.Tahmin edin ne oldu? İnsanların bazıları buna uyarken bazıları bundan yüz çevirdiler. İlk insan ki  saflık ve güzellikte parlak bir umut ışığı gibi olan, etrafına güzellik saçandı. Her geçen gün parlaklığını kaybetmeye başlıyordu. İyiliği seçenler kötülüğü seçen kimselerce çok acımasız şeylere maruz kaldılar.

Neden peki? Beni hep düşündürmüştür. Siz insanların farklı bir şeye inanılmasına ya da farklı bir şey yapılmasına tahammülü yok mu acaba? Mesela atmosferin %78 i azot %21 oksijen %1 de diğer moleküllerden yani biz atom parçacıklarından oluşuyor. Ama azot moleküllerindeki atomlar hiçbir şekilde  bize, siz insanların yaptığı gibi saldırmıyor, aşağılamıyor veyahut  öldürmüyorlar.

  Bunca yıllık varoluşumda sizler hakkında öğrendiğim bir şey var. Sizin içinizde adını bilmediğim iki şey mevcut.  Galiba sizler bunlara iyilik ve kötülük diyorsunuz. Yaradan sizlere akıl vermiş. Bunlardan birini seçme hakkını da vermiş. Sizleri bizim gibi seçme hakkı vermeden sabit bir düzen içerisinde de yaşatabilirdi. O zaman dünyanın bir anlamı olmazdı tabii. Yetmemiş sizlere bir çok kahraman göndermiş. Galiba sizler onlara da peygamber diyorsunuz. Belli ki yaradan sizi seviyor ve önemsiyor. Peki bu kadar şey ortada iken neden hala savaşıyorsunuz? Neyi paylaşamıyorsunuz?

Günümüze gelecek olursak insanlığın en gelişmiş teknolojilere sahip olduğu şu zamanda, kendi türünüzü korumak yerine çıkarlarınız uğruna yok ediyorsunuz. Güçlü olanlarınız güçsüzleri eziyor.

Son gönderilen ve tüm kahramanları da kapsayan en büyük kahraman Hz. Muhammed Aleyhissalam’ın insanlara büyük bir çağrısı var: “Bir insanı öldürmek bütün insanlığı Öldürmek gibidir. Bir insanı yaşatmak bütün insanlığı yaşatmak gibidir.”

 Hala içinizde bu muhteşem kahramanı takip edenler, öldürmek yerine yaşatmayı seçenler var. Onun için senin de insanlığın geri kalanı gibi bir seçim yapman lazım. Ben atom parçacığı Akumu. Gökyüzünde sessizce sizi izleyen ve sizin de içiniz de var olan Akumu…

 Son kahramanın izinden giden büyük bir zatın söylediği şu sözle size veda edeceğim: “Sen ol ki olmayanlar olsun evladım.”

 Ne güzel bir söz değil mi? Seçim senin. Neyi seçersen seç. Ama o seçiminle yaşayacağını unutma…

                                  Şunu da unutma ki her aldığın nefeste ben seninleyim…