Tunahan GÜDER (Sivas, 2022)
Küçükken kimimiz şu sorunun muhatabı olmuşuzdur:” Anneni mi daha çok seviyorsun babanı mı?” Bu ayrımı niye yapmak zorunda bırakılıyoruz bilmiyorum. Çünkü ikisi de bir çocuğun ruhsal gelişimi için birbirini tamamlayan olmazsa olmazlardır. Peki ya zihinsel gelişimimiz? Bunun için de bu şekilde bir ikilemde bırakılıyor muyuz?
Klasik bir konuya değinmek istiyorum: Çok okuyan mı bilir çok gezen mi? Bu konu üzerine yazılmış yazılarda ve etrafımdaki insanların görüşlerinde gördüğüm şey sadece birini tercih etmek ki o da çok gezen oluyor. Ya okumayı gözümüz yemediğinden ya cemaatin önemine haiz olamayan bir Müslüman oluşumuzdan ya da Sokrates’in bilgeliğine ulaşamadığımızdan olsa gerek.
Öncelikle konuya farklı açılardan bakmadan önce şunu ifade etmek istiyorum: Bu sorunun gezmek kısmını tecrübe olarak yorumluyorum.
Alman filozof Edmund Husserl’in fenomenolojik yaklaşımına göre içinde yaşadığımız dünya ile algıladığımız dünya arasında fark vardır. Bu olguyu anlaşılır kılabilmek için biraz somutlaştırırsak eğer, örneğin kalorifer peteğinin arkasına gizlenmiş küçük bir örümceği sırf siz görmüyorsunuz diye yok sayabilir miyiz? Tabiki hayır. Çünkü o oradadır. Bizim onu göremememiz bu gerçeği değiştirmez. Peki ya işi soyutlaştırmaya başlar ve zihnimizle görmeye başlar daha doğrusu başlamayı denersek. Henüz daha dünyaya gözlerini yeni açmış bir bebeğin gözleriyle etrafını görmeye çalışan zihnimiz neyi görebilir ki? Peki göremediği için gerçeği yok saymak hakikatin inkârı değil midir? Hakikati inkâr eden insan kendini bilebilir mi? Kendini bilemeyen Rabbini bilebilir mi?

Bu kadar soruyu sorduktan sonra tamam bu kadar yeter demeden devam etmek istiyorum. Her ne kadar dersine giremesem de kitaplarıyla düşünce dünyamın temel taşlarından birini oluşturan Merhum Doğan Cüceloğlu hocamdan öğrendiğim farkındalıklardan birisi, kelimelerin sözlük manaları kadar kökenlerinin de anlam yüklü olduğu ve her kelimenin sadece yazılırken değil aynı zamanda konuşurken de özenle seçilmesi gerektiğiydi.
Bu farkındalık içerisinde hayatıma yön verirken dikkatimi çeken kelimelerden bir tanesi “realise” kelimesi oldu. Realise kelimesi sözlükte “farkına varmak, fark etmek, idrak etmek” gibi anlamlara gelmektedir. Farkına varmak, idrak etmek… İyi ama neyi? İnsan neyin farkına varır ya da varmalıdır ki? Biraz düz bir mantıkla acaba “real” kelimesinin bunda bir payı var mı diye düşündüm. Real kelimesinin sözlükteki anlamı “gerçek, sahici, hakiki” demek. Kelimenin ilk ortaya çıktığı dile yani Latinceye baktığımızda da bu sefer karşımıza “varlık, nesne, şey” anlamları çıkıyor. Sanki The Matrix filmindeki “The Construct’da” Morpheus’un sorusunun muhatabı olmuş gibiyiz değil mi? “Gerçek nedir?” Onun farkında mıyız?
Her edebi eser içinde verilmek istenen bir mesaj barındırır. Eserin türüne ve üslubuna göre insana farklı açılardan bakabilmeyi, sorabilmeyi, empati yapabilmeyi öğretir. Ayrıca insanlar kelimelerle düşünür ve okuyarak kelime dağarcığımız geliştiği için bu zihnin düşünme kapasitesini de artırır. Kitap okuma hakkında yapılan bilimsel çalışmalarda da beyindeki sinir hücreleri arasında yeni bağlar kurulmasını sağladığı görülmüştür. Bununla birlikte bilgi dediğimiz şey kümülatiftir yani birikerek gelir. Henüz bir gün önce keşfedilmiş bilimsel bir çalışmanın yahut yeni tamamlanmış edebi bir eserin içinde bile milattan önce yapılmış çalışmaların veya gözlemlerin dahi izler vardır. Dolayısıyla kitap okumak her şeye kolombvari bir şekilde yaklaşma zorunluluğunu da ortadan kaldırır. Nitekim Mısır’da kurulan İskenderiye kütüphanesinin Ege’de kurulan Bergama kütüphanesinin, Sokrates’in öğrencisi aynı zamanda talebesi olan Platon’un kurduğu Akademia’nın ve bize gelirsek Peygamber efendimiz’ in (sav) Bedir savaşından sonra fidye ödeyemeyenlerden, okuma yazma bilenlerin Müslüman çocuklardan onar kişiye öğretmeleri karşılığında serbest bırakmasının da kitabın ve okumanın önemini destekler nitelikte olduğunu düşünüyorum.

Okuyan kısmına çokça odaklandıktan sonra tecrübe kısmını sanki biraz ihmal etmiş gibiyiz ama bu iki kavram birbirini tamamlayan bir yapbozun iki parçası olduğunu unutmayalım. Fenomenolojik yaklaşıma göre algıladığımız dünya ile yaşadığımız dünya arasında fark olduğunu söylemiştik. Okudukça algıladığımız dünya genişlemeye başlar. Fakat bu algılama sırasında içinde bulunduğumuz şartlara göre doğru veya tam bir değerlendirme yapmakta zorlanabiliriz. İşte tecrübe de bu nokta da bir nevi kalibrasyon görevi görür. Ayrıca okuduklarımızı yaşayarak da öğrendiğimiz için bilginin tekrarı ve farklı bir açıdan değerlendirmesi olur ki bu da zihinsel gelişim için tam da istediğimiz şeydir.
Bizler ayrıştırıcı yerine kucaklayıcı olmak, birbirimize değer vermek ve değer katmakla emredildik. Sözün özü bu iki kavramı birbirinden ayırmak yerine her ikisini de birleştirmek insanı bilmişlikten bilgeliğe doğru bir yolculuğa çıkarır.
Tefekkür ve teslimiyet içinde kalmanız dileğiyle…
Bir tespit.Piri Reis in Dünya Haritası zamanında bir çok gemiciye yol göstermiştir.Fakat Piri Reis Dünyayı dolaşan uzaydan fotoğraf çekebilen birisi değildi.Gördü,gezdi,dinledi,anladı , yorumladı,cikarimda bulunup bir birleştirme yapıp (sentez denir ya)bir harita çıkardı.Yani sadece şu sadece bu değil.D şıkkı hepsi.. Kolaylıklar iyi yazma çalışması dilerim.
BeğenLiked by 1 kişi
Tunahan Güder olarak hem kendi hem de Beyaz Mürekkep ekibi adına yorumunuz ve bu konuya farklı bir noktadan yaklaştığınız için teşekkür ederim. Normalde sınavlarda D şıkkı hepsi olan seçenekleri sevmem ama dediğiniz gibi D şıkkı diye de ifade edebiliriz. Yaşamın her safhasında gördüğümüz gibi hepsi olunca anlam kazanıyor her şey.
Beyaz Mürekkep ile kalmanız dileğiyle…
BeğenLiked by 1 kişi