Yalnız Adam / hikaye

Şükrü GÜNGÖR (Endonezya, 2022)

Bir, iki… Ve işte oldu. Kapının biraz eskimiş olan kilidi zorlama ile nihayet açıldı. İçerisi alaca karanlık havasında kısmen aydınlıktı. Ayakkabılarını çıkardı. Soğuk ile olan mücadelesinde kaybetmiş ama evin sabahtan kalan sıcaklığından güç alarak biraz acele etmeye karar vermişti. Kendisine hediye edilen açık kahverengi montun fermuarını hızlıca açarak yorgun kollarından çıkardı. Özensiz bir şekilde askıya uzaktan iliştiriverdi.

İşin yoğunluğundan mütevellit her eve geldiğinde aç ve öfkeli oluyordu. Hızlıca karnını doyuracak bir şeyler yapmak için mutfağa yöneldi. Dolapta olan kahvaltılıkları küçük ama kullanışlı masasının üstüne koydu. Kendi kendine öğrendiği özel yalnızlık sosunu hazırlamaya ve bir yandan da hızlı olsun diye sosu kullanacağı makarnayı yapmaya koyuldu. Dumanlar tütüyor, mutfakta bir koku şöleni başlıyordu. Gizli sosunu makarnasıyla birleştirip ağzında oluşan sulanmayı önlemeye çalışıyordu. Ve artık baş yapıtı hazırdı. Yalnız yaşadığı için özgür hissediyor, biraz yüksek sesle konuşmanın kimse tarafından yargılamayacağını düşünüyordu:


Ta taa! Bayanlar ve baylar, bu özel menümüzü sizler için hazırlayan yalnız adama teşekkür edin. Çünkü birazdan parmaklarınızı yiyeceksiniz, diyerek ağzıyla hayali bando takımının ezgilerini çıkarıyor ve kendi kendine kıs kıs gülerek hayalî de olsa sahte şefliğin verdiği hazzı yaşıyordu. Yemek biraz soğuyuncaya kadar çaydanlığın altını yakıp çay demlemeyi düşündü.


Bu da tamam artık yemek yiyebilirim, diyerek kullanışlı masasına geçti. Her aldığı lokmada ziyadesiyle mutlu oluyor, bir yandan hayal kurmayı da ihmal etmiyordu. Nihayet mutlu akşam yemeği senfonisi son buldu.


Bulaşıkları toparlayıp mutfağa geçti. Zor bir karar aşamasındaydı. Kaşlarını çattı. En sevmediği bölüm gelmiş ve içinde oluşan mutluluğun yerini biraz öfke almıştı. Neyse ki hayal gücü en güçlü silahıydı. Hemen yardımına yetişti. Tabakları lavaboya bıraktı. Hayali orkestrasından güzel bir parça seçti. Bulaşık önlüğünü alıp usulca ipini boynundan geçirdi. Sonra evde birinin olup olmadığını kontrol etmek için arkasına baktı. Kimsecikler yoktu. İçi rahatladı. Zaten kimse de olamazdı. Çünkü o kendi deyişiyle Yalnız Adamdı. Arkasına bakmasının asıl sebebi, az sonra kendi hayal dünyasında bulaşık yıkama işini farklı boyuta taşıması ve çıkabilecek çılgın hareketlerden ötürü birisi tarafından görülmekten utanıyor olmasıydı. Artık sahne onundu. Ve motor!

Şövalye zırhına benzettiği bulaşık önlüğünün iplerini kontrol etti. Eğer zırhında bir sıkıntı oluşursa savaşı kazanamayabilir hatta temizliğine önem verdiği gömlek ve pantolunu savaşta kaybedebilirdi. Onun için zırhın kusursuz olması gerekiyordu. İpleri kontrol etti. Her şey gayet güzel görünüyordu. Sırf işi biraz daha eğlenceli hale getirmek için gözlük takmayı düşündü. Sonra etrafına bakındı ama bunun doğru bir karar olmadığını anladı. Eğer gözlük taksa savaş alanını göremeyecekti. Hemen fikrinden vazgeçti. Gözlerini savaşın gerçekleşeceği alana, lavaboya dikti. Düşman sayıca üstündü. Savaş alanında piyadeler, ağır süvariler, mızrak ve mancınıklar vardı. Hemen savaş planlaması yapılması gerekiyordu. Yoksa savaş şartları zor geçecek ve onun en değerli hazinesi olan zamanı, düşman kuvvetlerince ele geçirilecekti. Nihayet hızlı bir savaş taktiği uygulamaya karar verdi. Bu taktik kısaca şöyleydi:


İlk olarak öncü gruplar yani kahvaltı tabakları ve çay tabakları tasnif edilecek ardından mancınık ve mızrakçılar grubu olan çatal ve kaşıklar kuşatılacaktı. Nihayet geriye ağır süvari birliği yemek tabakları kalacaktı. Ama finalde ise Kral Tencere vardı. Makarna pişirildiği için kral zayıftı, onu savaşta yıpratmak çocuk oyuncağıydı. Plan hazırdı, ordular savaş için sabırsızlanıyordu. Plastik, sarı renkli, sıcağa ve düşman artıklarına dayanıklı zırhlar diğer ordu mensuplarına dağıtıldı. Gerekli savaş bilgilendirmesi yapıldı. Ve herkes hazırdı:


Bir tarafta Yalnız Adam ve iki atlısı diğer tarafta büyük ve güçlü bulaşık ordusu.


Hayalî orkestradan ortalığı kızıştıracak bir müzik duyuldu. İki taraf bir birini süzüyor ve anlamaya çalıyordu. Kral tencere korkmuş gibi görünüyor ama kasvetinden de ödün vermiyordu. Sessizliği Yalnız Adam bozdu. Dişlerini sıktı ve yüzünde şeytani bir gülümseme belirdi. Bir de bu gülümsemeye kümçümseyici bir tavır kazandıran tek başına havaya kalkmış sağ kaşı eşlik ediyordu. Ve savaş Yalnız Adamın atlıları tarafından hücuma geçilmesiyle başladı.


Geleneksel kanlı bulaşık savaşları: Nice katliamların yaşandığı büyük savaşın adı.


İlk önce savaşta Yalnız Adamın askerleri başarı gösteriyor, öncü birlikleri darma duman ediyorlardı. Sonra savaş alanında tansiyon yükseldi. Her yeri kir bulutu ve bulaşıklardan akan su kütleleri bürüdü. Yalnız Adam böyle bir hamle bekliyordu. Ama bu kadar hızlı olamazdı. Sonradan gelen haberlere göre bulaşık askerlerinden kopan gizli küçük birlikler savaş alanını karıştırmak maksadıyla çıkışı tutmuş ve savaş alanını bulaşık askerlerinin lehine çeviriyorlardı. Ama Yalnız Adam hızlı bir hareketle ordusunda bulunan iki atlının birisini çıkışı tutan küçük birlikleri dağıtmaya yönlendirdi. Ve korkusuz atlı, su ve kir birikintileri arasında gözden kayboldu. Kısa bir çarpışmanın ardından savaş alanındaki kir ve su birikintileri dağıldı. Nihayet düşman ordusu gözle görülebiliyordu. Tekrar Yalnız Adamın yüzünde o her zamanki kendine has küçümseme hareketi belirdi. Artık geriye kral ve ayak takımı kalmıştı. Onların da korkuları yüzlerinden okunuyordu. Hiçbir yardımcı kir birliği kalmamış, adeta zırhı çalınmış bir asker gibi öylece son darbeyi bekliyorlardı. Artık son saldırı Yalnız Adam ve iki atlısı tarafından yapıldı. Düşman hezimete uğratılmış savaş alanı temizlenip bayram havası estirilmişti.


Yalnız Adam yorgunluğunu unutturacak tatlı bir gururun sevincini yaşıyordu. Atlılardaki plastik zırhları çıkardı. Sonra atlılardan kendi zırhını çıkarma hususunda biraz yardım aldı. Artık Bay Yalnız, muzaffer bir komutandı. Orkestra müziği bitirmiş, alkışlara başlamıştı. Yalnız Adam, sağa sola eğilerek selam verdi. Aslında yaptığı iş belliydi. Birkaç tabak birkaç çatal ve bir tencere yıkamaktan ibaret. Ama muzaffer komutanlık ona çok yakışmış, o da bundan ziyadesiyle mutluymuş gibi duruyordu. Yüzünde tatlı bir tebessüm belirdi.

Artık çay için su kaynamış ve demlenmesi gerekiyordu. Çayı büyük bir ciddiyetle demledi. Sonra çayın suyla bütün olmasını beklemeye koyuldu. Gözü dışarıya takıldı. Dışarıda rüzgar soğumaya başlayan havanın habercisiydi. Artık sonbahar mevsimi güçten düşüyor, koltuğu beyaz ölüme teslim ediyordu. Tahminen bir haftadan kısa bir süre sonra beyaz ölüm her yeri ele geçirecek ardından tekrar ilkbahar kralına teslim olacaktı. Ama bu sefer biraz farklıydı. Normalde ölüm bu kadar hızlı gelmezdi. Eskiden iki hafta gibi bir süre sonunda geliyordu. Yanlız Adam biraz düşündükten sonra hemen cevabını buldu. İnsanoğlu açgözlü olduğu için doğayı ve mevsimleri mahvetmişti. En mantıklı olan düşünce ve fikir de buydu. Pek de haksız sayılmazdı.

Hemen çaydanlığa doğru yöneldi. Çayın daha henüz keyfi yerine gelmemiş, biraz daha zaman istemişti Yalnız Adamdan. Bay Yalnız, zaman tanımayı düşündü çaya. Ve yöneldi oturma odasında bulunan şömineye. Şu anda canı birden ateş yakmak ve muhteşem sandalyesinde çayını yudumlamak istedi. Bir gün önceden koyduğu odun ve tutuşturucu parçalar için kendi kendine teşekkür ve minnetini sundu. Şu an mutluluktan havalara uçuyordu. Hemen çakmak aradı gözleri. Zaman isteyen çayın yanına geldi. Ama bu sefer onu rahatsız etmek için değil. Elini ağırca çaydanlığa yakın olan masadaki çakmağa uzattı. Sanki çayı rahatsız etmekten korkarcasına hızlı ve çevik bir hareketle çakmağı kavrayıp eline aldı. Şöminedeki odunları hemen tutuşturdu. Ahşap sandalyeyi ateşe biraz çapraz olacak şekilde yerleştirdi. Maksadı sırtını ısıtmak ve mühendislik harikası muhteşem penceresinden dışarıda soğuk rüzgarla dans eden ağaçları, otları ve çalıları seyretmekti. Neticede o bir savaş kahramanıydı ve bunu hak ediyordu. Çay keyfe gelmiş, her tarafa mutluluk kokusu saçıyordu. Çaydanlığı alıp şömine önüne koyduğu sandalyesinin yakınındaki küçük masanın tam ortasına koydu. Az sonra bardaklar geldi. Biraz zencefil ve taze kesilmiş küçük limon dilimleri çaya eşlik etti. Ne muhteşem bir geceydi Yanlız adam için.

Çayını ağır ağır yudumlarken rüzgarın sanki öç almak için dövdüğü ağaçları ilgiyle izliyordu. Az önce yapılan savaşın gerginliği artık yerini barış, huzur ve rahatlığın merhametli yumuşak kollarına bırakıyordu. Huzur dolu tatlı bir gülümseme geliyordu gizliden gizliye Yalnız Adamın yüzüne. Ateş sırtını ısıttıkça kalbi de bir o kadar ısınıyor, dünyadaki tüm yaşanmışlıkları unutup sadece burada hayatının son bulmasını istiyordu. Ama buna o karar veremezdi. Bu dünya tiyatrosunun bir yönetmeni vardı. Hangi oyuncu olursan ol, ne kadar iyi olursan ol. Setin veya oyunun ne zaman biteceğine o karar verirdi. Bunları bildiği halde gene şu an bu roldeyken ölmek en güzeli diye düşündü. Gözü perdelerde dans eden ateşin yansımalarına ilişti. Kendisi de eliyle tavşan, köpek, kedi gibi şeyler yapıp ateşi kullanmak istedi. Başarılı bir kaç denemenin ardından keyfine yenik düşüp tekrar çayını yudumlamaya başladı. Artık hayal gücü onu yalnız bırakmış, soğuk ve ürpertici dostu yalnızlık onu ziyarete gelmişti.


Yalnız Adam, yalnızlıktan mutlu olabiliyordu. Çünkü garip ama o, muhteşem ötesi bir hayal gücüne sahipti. Her seferinde işleri eğlenceli bir hale getirip muhteşem bir başarı yakalıyordu. Bunu bir yerde yalnızlığına borçluydu. Yalnızlık ondan her şeyini almış fakat ona sınırsız bir dünya bahşetmişti. Ama anlaşmaya uymamış bazı vakitler, bu zavallı adama çok zor zamanlar yaşatmıştı. Ve işte şimdi bu, o zor zamanlardan biriydi. Hayal gücü zihnini terketmiş, artık bir takım düşünceler zihnini istila etme başlamıştı.
İlk saldırı “Neden yalnızım?” sorusunun atış topuna sürülmesiyle başladı. Yalnız Adamın hayal gücünün yardımı olmadan bu atışı durdurmasının imkanı yoktu. Hemen yardımına mantık yetişti. Ama bu sadece onu yavaşlatabilirdi. Cevap olarak, “Yalnız olmak, problemsiz olmaktır. Rahat olmaktır. Ben bu yüzden yalnızım ve rahatım.” dedi. Ama sinsi yalnızlık hemen diğer atış toplarına yöneldi:


Peki hiç gelecekte nasıl olacak düşündü mü?


Şimdi ne yapacaktı Yalnız Adam. Gizli düşman bu sefer onu gafil avlamıştı. Ama onun da pes etmeye niyeti yoktu. Mantık gene yardımına yetişti. “Gelecekte nasıl olacak” sorusuna hemen cevap verdi:
Gelecekte insanlar birbirleriyle kavga edecek, büyük savaşlar olacak, insanlar açgözlülüklerinden dünyayı mahvedecekler, dedi. Yalnızlık sadece gülümsedi. Kabul etmiş ve şu anlık durmuş gibi gözüküyordu.
Sonra Yalnız Adam çayının bittiğini farketti. Yavaşça mis kokulu çayından bir bardak doldurdu. Bu çayı seviyordu çünkü bu çayı kendisi, kendi istediği gibi yapmıştı. Ondan başka kimse onun ne istediğini de bilemezdi zaten değil mi?


Tekrar rüzgarın merhametsizce dövdüğü o masum ağaç ve diğer bitkileri seyre daldı. Rüzgarın sesinde nedense bir huzur buluyordu. Orada kendini, yalnızlığını unutuyordu. Belki de rüzgârın şarkısı hayal gücüne destek oluyordu, kim bilir? Ateşin çıtırtıları garip bir şekilde sanki ona fısıldıyor gibiydi:
Artık kendini bırak yorgun savaşçı, savaşın sona erdi.
Evet evet, bu sesi apaçık duyuyordu. Ama aslında gerçekte olan bütün gün iş ve koşuşturmacadan yorulması ve bedeninin uyku mekanizmasına geçme çabasıydı. Ağır ağır çayını yudumladı. Ne yazık ki sinsi düşman yalnızlık, savunmasız adama atış topunun namlusundaki geriye kalmış soruları doğrulttu:
Mutlu bir yuvan ve çocukların olsun istemez misin?
Bu sefer mantık kendini göstermemeyi tercih etti. Çaresiz adam soru karşısında savunmasızdı. Ama gizli birisi ona cevabı fısıldadı:
Aslında senden fena baba olmaz. Eşin olsa onunla ilgilenirsin. Çocukların olsa onlarla oyunlar oynarsın çünkü hayal gücün sınırsız.

Yalnızlık bu cevaba da tebessüm etti. Hem de çok içten bir tebessüm. Yalnız adam, Kendisine bu cevabı söyleten gizli sesi onaylamıyordu. Ama içten içe teşekkür ediyordu bu gizli sese. Benden duymuş olmayın ama bu gizli ses aslında gönüldü. Lakin adam bunu henüz bilmiyordu. Neyse bir anda ilginç bir şey oldu. O kendini göstermeyen mantık ortaya çıkıp cevabı incelemeye başladı. Nihayet, çocukların olsa onlarla oyunlar oynarsın çünkü hayal gücün sınırsız, cevabını çok beğendi. Gerçekten de öyleydi. Yalnız Adam aslında çok eğlenceli ve hayatı seven birisiydi. Mantık, gönülle iş birliği yapmıştı. Yalnızlık ise gizlice onları izliyordu ve bastı kahkahayı çünkü savaşı kazanıyordu. Yalnızlığın neden düşman olduğuna gelince, yalnızlık sadece kendisi zirvede kalmak istiyordu. Aslında yalnızlığın herkesçe bilinen bir sözü vardı. Ama insanlar bu sözü unutmuşlardı. Onun için yalnızlığı marifet bilip tek başına yaşamaya başlamışlar, topluluk halinde zorluklarla başa çıkmak varken bencilce davranmışlardı. Her şeyi kendilerine ister olmuşlar hatta ölümü bile unutup dünyanın hakimi olmak istemişlerdi. Bir yere kadar da başarmışlar aslında. Sonra yalnızlık gene gelip hakkı olan tahtı onların ellerinden almıştı. Kimisini evlendirerek, kimisini topluma kazandırarak ve kimisini de ölümle ortadan kaldırarak. Yalnızlık neden tek başına kalmak istiyordu biliyor musunuz? Cevap herkesin bildiği ama unuttuğu o söz de saklı:
Yalnızlık Allah’a mahsustur.


Onun için tahtın sahibi sadece yalnızlıktı. Ama bu çaresiz adam bu sözü unutmuş, yalnız olmuştu. Kim bilir, belki çaresizlikten de yalnız olmuş olabilir. Yalnızlık, adama sürekli soru soruyordu ya. Şimdi tahtı almak için son soruyu sordu. Bu en yıkıcı soruydu. Mantık, hayal gücü ve gönlün cevaplaması gereken bir soru:
Yalnız bir şekilde ölmek ister misin?
Dehşet verici bir soru. Yalnız Adam, artık sadece susuyor bir kelam dahi etmekten korkuyordu. Ateşin içi ısıtan dost sıcaklığı, rüzgarın huzur veren muhteşem sesi onu sarmalamış, bedenini hareket ettirmesine izin vermiyordu. Bu yaşananlar Bay Yanlız’ın içinde yaşanıyor, zahirde sadece çay içen bir adam görülüyordu.


Soru tekrar edildi. Adam sadece bir cevap verecek sonra artık serbest olacaktı. Göz kapakları ona ihanet etmeye başlamış, dans eden ateşi artık pek az görebilmişti. Soru tekrar tekrar yinelendi. Artık mantık, gönül ve hayal gücünün son soruya doğru cevap vermesi ve bu adamı sinsi yalnızlıktan kurtarması gerekiyordu. Mantık hemen atıldı:
Yalnız ölmek istemem. Bütün işlerimi kendim göremem. Yaşlanınca çok zor bir durum olacak. Ben buna dayanamam, dedi. Gönül, insanın ailesinin olması ne güzel olurdu. Sevinçleri, hüzünleri, dertleri paylaşır, çözüm üretilirdi. Dünya daha güzel bir yer olurdu, dedi.
Sıra bu adamın yalnızlığa karşı en büyük silahı olan hayal gücüne geldi. Peki o ne yaptı biliyor musunuz? Zavallı adama ihanet etti. Söze şöyle başladı:
İnsanların çoğu robot gibi. Ben sınırsızım, her alette her yerde ve her zihinde ben varım. Daha iyi eğitim, daha güzel insanlar yetiştirmek için insanlara yardım etmek için yalnız olmasam ne güzel olurdu. Sınırsız yeteneğimi her yerde kullanır, insanlara başka açılardan bakmayı öğretirdim, dedi. Yalnız adam, şimdi seçim yapacaktı. Yalnızlığı seçip tek başına ölmeyi mi seçecekti yoksa yalnız olmamayı mı tercih edecekti? Maalesef kendi içindeki hayal gücü, gönül ve mantık yalnızlık ile iş tutmuş, adamı fena halde kıskaca almıştı. Gözleri son bir atakta bulundu. Ama adam hala direniyordu. Kalp atışları çok yavaşlamış, sinir sistemi kendini salmaya başlamıştı. Artık vücudu uykuya geçecek ama sinsi yalnızlık sorunun cevabını bekliyordu. Nihayet Yalnız Adam, kararını vermiş; cevabı söylemeden göz pınarlarından iki damla yaş süzülmüştü. Yalnızlık heyecanla bekliyor yerinde duramıyordu. Mantık, gönül ve hayal gücü bu zavallının kendilerine katılacağından adları gibi emindi. Bay Yalnız, benim seçimim yalnızlık, dedi. Göz kapakları ağır ağır kapandı. Yarım kalan çay bardağı yere düştü ve üç parçaya ayrıldı. Ateşin artık közleri kalmış, rüzgarın ise şarkısı hala devam ediyordu. Yanlızlık öfkeden deliye döndü, bir anda suratı değişti. Mantık, gönül ve hayal gücü şok geçirmişti ve ne olacağını merak ediyordu. Artık şöminenin közleri de gözden kaybolmuştu. Rüzgar şarkı söylemeyi bırakmıştı. Ortalığa büyük bir sessizlik hakim olmuştu. Gece sanki bütün yaşanmışlıkları örtüyordu. Yalnız Adam, soru bombardımanından ilginç bir şekilde cevap vererek çıkmıştı.
Derken mühendislik harikası o pencereden küçük küçük sesler gelmeye başladı. Yalnız Adam, derin bir uykuya dalmış, hiçbir şeyden haberi yoktu. Biraz sonra sesin sahibi belli oldu. Bu beyaz ölümdü. O gece her yer beyaza büründü. Normalde biraz daha geç gelmesi gerekiyordu. Ama insanlar işte! Her şeyi altüst ettiler.


Sabah güneş, şömine önünde oturan Yalnız Adama hafiften bir dokundu. Gece üşümüş olacak ki her yeri buz kesmiş, güneşin sıcaklığı bile bedenine etki etmemişti. Bay Yalnız, galiba akşamdan yapılan savaştan olsa gerek yorgunluktan o gün işe gitmedi. Tüm gün uyudu.

Ertesi gün evin içi tak tak sesleriyle yankılanıyordu. Ama Yalnız Adam, gene cevap vermedi. Uyumaya devam etti. Arkadaşı kapıyı bir şekilde açıp içeri girmeyi denedi. Ama nafile, kapı oldukça sağlam çıkmıştı. Sonra aklına geldi. Acaba bahçe kapısı falan var mı ki, diye düşündü. Neyse ki düşüncesinde haklıydı. Evin arka tarafında eski bir bahçe kapısı vardı. Önceleri çok kullanılmış olacak ki bayağı aşınmış görünüyordu. Adeta beni açmayın, diye yalvarıyordu. Adam küçük tahta çitlerin üstünden ustaca atladı. Bahçedeki özenle dizilmiş taş yola yöneldi. Nedendir bilinmez, dikkatini bu yol üstündeki el yapımı oyuncaklar, arabalar ve uçaklara dikti. Koskoca adam adeta afallamış şaşkına dönmüştü. Çünkü evdeki eski eşyalardan fevkalade ürünler ortaya çıkmış ve bunlar da belirli bir ahenkle dizilmişti. Birkaç dakika dikkatini alamadı. Her oyuncakta, her alet ve parçada çocukluğuna, gençliğine hatta şu anki haline hızlıca seyahat ediyordu. Sonra güzelim seyahati bir telefon çalmasıyla sona erdi. Arayan patrondu. Ve telefonu kapatmaya pek niyetli gözükmüyordu. İçinden belki telefonu kapatır, diye geçirdi.

Bir, iki, üç… Hala telefon çalıyordu. Yüzünü ekşiterek telefonu açtı:

Buyrun efendim, dedi. Patron, “Hala eve ulaşamadın mı be adam, saat kaç oldu? İş yetişmeyecek, acele et biraz.” dedi ve dinlemeden telefonu kapattı. Patron telefonu adamın yüzüne kapatınca sadece kendi duyacağı şekilde homurdandı. Artık seyehatin sonuna yani evin bahçe kapısına gelmişti. Kapı fazla kuvvetli görünmüyor sanki vursan yıkılacakmış gibi bir hava veriyordu. Öyle de oldu zaten. Kapı kitlitliydi ama zarif bir omuz darbesine dayanamadı. Adam artık içerideydi. Evin içi fazla soğuk değil fazla sıcak da değildi, gayet normaldi. Her türlü zarafetten uzak, minimal bir evdi. Ama içi rengarenk renk cümbüşüne dönmüş, birisi burada adeta sanatı duvarlara haykırmıştı. Duvardaki renkler ve resimlerin uyumu gerçekten de büyüleyiciydi. Adam, “Vay be! Demek bu adamın böyle yetenekleri de varmış.” dedi. Evin içinde duvardaki büyük at resmine odaklanmış giderken çiçek vozusuna eli çarptı. Tam düşmek üzereyken çevik bir hareketle vazoyu yerine koydu. Sonra gözü başka bir şeye takıldı. Üç parçaya bölünmüş çay bardağını gördü, biraz irkildi. Arkadaşının başına kötü bir şey gelmiş olabileceğinden endişe etti. Sonra Yalnız Adamı, şöminenin yanında koltukta uyur halde görünce rahatladı. İş arkadaşını uyandırmak için seslendi:
Mete Bey iyi misiniz? Dün işe gelmediniz. Merak ettik. Beni patron gönderdi sizi kontrol etmem için, dedi. Ama yalnız adam, sanki onlara kırgınmışcasına cevap vermeyi bırak, gözünü bile açmaya tenezzül etmedi. İş arkadaşının kendisini duymadığını düşünerek daha da yakınına geldi:
“Mete Bey, lütfen kalkınız, iyi misiniz?” diyerek sorusunu yineledi. Gene cevap vermedi Yalnız Adam. Omuzuna dokunarak onu uyandırmaya çalıştı. Onu kuvvetlice sarsmasına rağmen uyanmadı. Ortada bir gariplik vardı. Dikkatlice nabzına bakınca Mete Bey’in çoktan vefat ettiğini anladı. İnsanî bir iç güdüyle Yalnız Adama acıyan gözlerle baktı. Yalnız Adam, gerçekten de yalnızlığı seçmiş ve artık bir daha kimseyle görüşmemek üzere onunla beraber gitmişti. Bunun yanında ister tevafuk ister rastlantı deyin, bu adam istediği bir zamanda istediği bir mekanda yalnız olarak gitti. Anlaşılan bu tiyatronun sahibinin merhameti galip gelmiş, ona küçük de olsa mutlu olabileceği bir jestte bulunmuştu.


Gel zaman git zaman, günlerden bir gün yalnızlık, bu adamı gerçekten merak edip araştırmaya koyulmuş. Yalnızlığın aklına takılan şey, bu adamın neden yalnızlığı seçmesi ve yalnız ölmesiydi.
İşin aslı araştırdıkça açığa çıkmaya başlamıştı.
Meğer Yalnız Adam, yalnızlığı seçmiş çünkü başka seçim şansı yokmuş. Ailesini kış mevsiminde trafik kazasında kaybetmiş. Onun için artık kış mevsiminin adı beyaz ölüm olmuş. Diğer akrabaları da onu esirgeme yurduna vermiş. Orada cezalar, kavga ve şiddete maruz kalmış. Kimse sahip çıkmamış. Aile kurmak için liseden bu yana sevdiği dünya güzeli altın saçlı bir kıza aşık olmuş. O da onu sevmiş ama esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolmuş. Çok aramış, çok gezmiş ama onu da bulamamış. Bu adama sadece patronu sahip çıkmış, o da işini iyi yaptığı ve saygılı biri olduğu için. İnsanlık hep ikinci plana atılmış. Yalnız Adam da tek güvendiği hayal gücüyle herkesten uzak sakin bir hayat kurup yalnızlığı seçmiş.

Son soru olan “Yalnız ölmek ister miydin?” e ise evet, demiş. Çünkü aslında insan olarak var olsan da, seni anlamadıklarında sen de yalnızsın. Her ne kadar etten kemikten canlılar çevrende olsa da.


Ama yalnızlığın sahibi olana sığındığında hep varsın diye düşünmüş.
Ve yalnızlığı yani sadece kendine mahsus olan Allah’ı seçmiş…