Öyle Bir Can Ki / deneme

Adnan FARUK (Kayseri, 2023)

1-2-3-4-6-7

Belki bu sayıları bu şekilde dizdiğimizde pek bir anlam ifade etmiyor olabilir. Ancak sayıları aşağıdaki adet ve sırayla yazınca çok derin anlamlar ve yoğun duygular içermeye başlıyor:

4.17 – 7,7 / 13.24 – 7,6

Her şeyden önce aziz milletimizin başı sağolsun. Allah, geride kalanlara sabır ve yaralılara acil şifalar versin.

Ne söylenebilir ki?

Hangi kelimeler yüklenebilir gönlümüzün sancısını?

Gecenin karanlığına simsiyah bir örtü çeken çaresizliğimizi hangi mızrak uçlu kalemler yırtabilir?

Yerin altından gümbür gümbür kaynayan bir felaketi bütün dehşetiyle yaşamış bir depremzede olarak yaşadıklarımın ve hissettiklerimin hangi birini, ne şekilde anlatabilirim, bilmiyorum. Bugünler, kelimelerimin bîtap düştüğü hatta Orhan Veli’nin ifadesiyle “kifayetsiz” olduğu bir kırılma anı benim için. Ne o an yaşanan sarsıntı ve gümbürtüyü anlatmaya ne de aklımdan geçen binbir türlü düşünceyi tarif etmeye kalemimin gücü yetebilir. Sadece iki kelime söyleyebilirim:

“Küçük Kıyamet”

Ve bu kıyamet hepimizi öldürdü. Evim deyip sahiplendiğiniz o duvar ve beton yığınları canınızı almaya ant içmişcesine üzerinize yığıldığında aklınızdan binbir türlü ölüm sahneleri geçiyor. O an hayattasınız fakat kafanızın içinde bin kere ölüyorsunuz. Ve enkazdan sonra da… Ateşin etrafında bir kütüğün üzerinde geceyi sabaha ulaştırmaya çalışırken “Ya o boşluğa denk gelmeseydim”, “Ya bir adım daha atsaydım”, “Ya iki saniye daha geç kalsaydım” şeklinde düşünerek zihninizde kendi canınızı yine kendiniz alıyorsunuz.

Ölümü düşünmek fena. Bir de ölümle burun buruna gelip de kurtulduktan sonra “Ya şöyle olsaydı…” senaryolarını düşünmek çok daha yıkıcı bir etkiye sahip. Ancak netice olarak, hastane odalarında bu mısraları kaleme aldığım şu an itibariyle hayattayım, sağ olarak kurtuldum enkazdan. Fakat bizler kadar şanslı olamayan ve vadesini doldurmuş binlerce İNSAN var. Bir kez daha ölülerimize Allah’tan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum.

Bir felaketti, ezip geçti üstümüzden.

Bir afetti, kırdı geçirdi evimizi ve yüreklerimizi.

Bir yıkımdı ki, yerle bir etti hayallerimizi.

Ama sonra her enkazdan yeni canlar yeşerip filizlendi bir amber çiçeği gibi.

Umudun korkuya, hayatın ölüme karıştığı; yaşadığımıza mı sevinsek yoksa kaybettiklerimize mi üzülsek bilemediğimiz karmaşık bugünlerde, günler sonra gelen mucize haberleriyle beraber içimize su serpen şeylerden biri de birlik ve beraberlik duygusuydu. Hatay’ın Kırıkhan İlçesi’nin Ceylanlı Köyü’nde felaketin ikinci gününden itibaren gelmeye başlayan yardım tırları, milletimizin ne kadar büyük bir yüreğe sahip olduğunu gösterdi. O tırlardan aldığım bir çorabı unutamıyorum. Birinin çekmecesinde duran, ters katlanmış bir çorap. Belki sahibi o çorabı verirken imkanı yalnızca bir çoraba yettiği için üzülmüştür. Ama küçücük görünen bu yardım, kış mevsiminde çıplak kalmış ayaklarımızı soğuktan korudu. Yahut kullanılmış bir bot, o tırdan size uzatıldığında sevinen yalnızca ayaklarımız değildi. O kullanılmış bot bize diyordu ki, “Ben başkasınındım ama beni senin ihtiyacın için gözden çıkardı. Hepimiz sizinleyiz.”

Gıda ve kıyafet tırlarının ardı arkası kesilmedi. O çaresizliğin ve imkansızlığın içinde unutulmadığımızı görünce duygulanmamak elde değil. Bu manzaraya şahit olduğumda şükrettim; işte milletimiz birleşmiş dedim. Şuncu, buncu diyerek birbirini bölüp bölüştüren bu millet, sonunda tek yürek olmuş ve din, dil, ırk ayrımı yapmadan muhtacın olduğu yere koşuyor dedim. İnsanlığımıza dair asıl kırılma noktası da burası. Bu hadiseden; birlik-beraberlik hissiyatı, paylaşma, yardımlaşma ve sahip olduğumuz her şeye minnet ve şükran duygusu besleme gibi dersler çıkarmalıyız. Çünkü görüldü ki, bizim sandığımız şeyler tam da bize ait değilmiş: Ev, araba, kıyafet, para, eş, dost… Ve hatta kendi bedenimiz…

Can Yücel’in “Bağlanmayacaksın” şiirinde dediği gibi:

Bağlanmayacaksın bir şeye öyle körü körüne

O olmazsa yaşayamam demeyeceksin.

Demeyeceksin işte

Yaşarsın çünkü.

Elbette yakınını kaybetmek, vücudunda kalıcı hasarlarla yaşamaya mecbur olmak ve evini, yurdunu, her şeyini yitirmek öyle yenilir yutulur bir şey değil. Bu afet bize telafisi mümkün olmayan kayıplar yaşattı. Ancak buna rağmen insanlığımız adına birtakım şeyleri düzeltme ve telafi etme şansımız da mevcut. Yaşadığımız bu üzücü olaydan gerekli dersleri almalı ve insan onuruna yaraşır bir şekilde insanca yaşamayı öğrenmeliyiz. Aksi halde, zaten sallantıda olan insanlığımızda meydana gelecek olan depremde bütün değerlerimiz yıkılıp yerle bir olacak ve insanlık enkazının altından kalkamayacağız.

İşte bu noktada, esas meselenin can olduğunu, cana can katınca hayatı canlı kılabileceğimizi ve canı canana değiştiğimizde canlanabildiğimizi anlıyoruz. Bu farkındalığa ulaşamadığımız takdirde şair kuzenim Katre’nin dediği gibi, “Bir ay sonra gülmeye başlayacağız, bir yıl sonra unutacak ve iki yıl sonra hiç yaşanmamış gibi davranacağız. On yıl sonra da KPSS sorusu olarak önümüze çıkacak.”

Haberlerde ve sosyal medyada bazı olumsuzluklar görsek de, ay yıldızlı bayrağın altında yaşamayı bir onur sayan ve bu vatana, bu topraklara aidiyet hisseden her vatandaşımızın gösterdiği bu fedakarlık ve kahramanlık, umudumuzu kamçılıyor ve geleceğe dair ihya olma hayalimize can katıyor. Umulur ki, bugünden itibaren insanî, ahlakî ve bilimsel anlamda gelişmeye ve değişmeye doğru milletçe yol alabiliriz.

Son olarak, yazımı sevgili şair ve yazar arkadaşım Tunahan Güder’in kalemine ait olan kelimelerle bitirmek istiyorum. Çünkü bugünlerde en çok buna ihtiyacımız var:

Tefekkür ve teslimiyette kalmanız dileğiyle…