Filistin’in Ezanları / hikaye

Tayyip ASAR (İstanbul, 2023)

Süleyman Mabedinin etrafı ve ara sokaklar dumanla kaplıydı. Binaların üstüne çöken duman, akşamı erkenden getirmişti. Her zaman olduğu gibi ortalık karışıktı. Sokakların çoğu, yıkılan binalardan dolayı kapanmıştı.

Burnuna çarpan keskin koku onu uyandırdı. Midesi bulanıyor ve üşüyordu. Uzandığı yatağından hastanenin koridora çıkan kapısına baktı. Babası bu saatlerde burada olurdu.

“Umarım diğer tarafta bir sorun olmamıştır.” diye düşündü Meryem.

Ama gelen giden yoktu. Vücudunun her yeri yara bere içindeydi. Büyük bir kısmı, yıkılan duvarların altında kaldığı için olmuştu.

“Bir..iki..üç…. ve on”

Koyun saymak yerine kolundaki morlukları sayıyordu.

Bu sırada yatağının diğer ucunda bir kitap gördü. Bu da neydi böyle? Kim bırakmıştı? Okuması için ona mı bırakılmıştı? Bilmiyordu. Aklındaki bu sorulara cevap bulmak için kitaba uzanıp eline aldı. Kitabın dış kapağının yüzde yetmişlik kısmı yanmış haldeydi. Yanmamış kısmında kapaktaki fotoğrafın çan olduğu anlaşılıyordu.

“Yan sokaktaki kilisede bundan görmüştüm.” diye fısıldadı Meryem.

Kitabın kenarına yapıştırılmış bir not buldu.

“Sevgili kızım, tatlı tatlı uyuyordun. Uyandırmak istemedim. Bu kitap, kardeşin İsa’nın sana hediyesi. Yanan bir varilin içinde bulmuş. Dışı hasar almış ama okunabilir halde gibi duruyor. Ben amcanlarda İsa ile birlikteyim. Beni merak etme.

Baban”

Kardeşi İsa’yı çok özlemişti. Onu görmeyeli bir hafta olmuştu. Gelecek nesillerin devam edebilmesi için evlatlar farklı evlerde kalıyordu. Hangi eve bomba düşerse diğer evdekiler yaşamış olacaktı.  Yarın taburcu olacaktı. Kardeşi İsa ile camdan haberleşebilecekti. Hediye ettiği kitap için teşekkür edecekti. Yarına kadar kitabı bitirmeliyim diye düşünüyordu. Kardeşi İsa okuma bilmiyordu. Bulduğu kitapları ablasına okutuyor, özetini ondan dinliyordu.

Büyük bir heyecanla kitabı açtı ve okumaya başladı.

Başlıkta şu yazıyordu: Bombadan Hemen Önce

Meryem, yazanlara yabancı değildi. Bu topraklarda doğduğun andan itibaren maruz kaldığın lanettir bomba.

“Günlerden 9 Ağustos 1945’ti.”

“İsrail’in Filistin’i işgalinin had safhalara geldiği yıllardan bahsediyor.” Diye geçirdi içinden.

Meryem her şeyin farkındaydı. İsraillilerin acıması yoktu. Filistinlilere insan gibi davranmıyorlardı. Kıldıkları namazlar kabul olmasın diye lağım suyu püskürtüyorlardı. Hamas’ı bahane ederek Gazze’ye saldırıyorlardı. Bunun bir bahane olduğunu anlamak zor değildi. Çünkü Batı Şeria’da Hamas yoktu. Ama yine de saldırıyorlardı.

Meryem kitabı okumaya devam ediyor kahrolduğu dünyadan soyutlanıyordu. Ancak okuduğu kitap, savaş tatbikatlarından bahsediyordu. Orada da bomba seslerine alışmıştı insanlar.

“Yine de, bilirsin… Son zamanlardaki manzara çok korkunç değil mi? Maddi kaynaklar arasındaki fark muazzam. Bu yüzden bizim küçük çabalarımızın hiçbir önemi yok.”

“Bu doğru olabilir fakat şu an aşağıdaki kasabaya bir bomba düşse teorilerin ya da spekülasyonların bir işe yarar mı? Hemen harekete geçip yaralıların kanamalarını durdurmak zorundayız. Ben sonuna kadar görevlerimi yerine getireceğim.”

Doktorun kararlılığı ve duruşu şu an olduğu hastanedeki doktorları hatırlattı. Ömürlerini burada geçiriyorlardı. Başka türlü bir yaşam nasıl olur bilmiyorlardı.

Sonra devam etti.

“Yaşasak da ölsek de insanların alay konusu olmayacağız.”

“Kesinlikle.” diye ekledi Meryem.

Kitabın ilerleyen bölümlerinde “Atom bombası” başlığına rastladı. Bu atom bombası dedikleri nasıl bir şey acaba? Diye düşündü.

Buradaki fosfor bombasına benziyorsa acı verici bir bomba olmalı diye geçirdi içinden. Arkadaşı Hatice fosfor bombasına kurban gittiğinde kendisini çok yalnız hissetmişti. Üstelik suyla temas etmemesi gereken bir bombaydı. Yüksek sıcaklıklara ulaşabiliyordu. Yüksek sıcaklıktan kasıt ise 1300 dereceydi.

Sonrasında şu kısmı okuduktan sonra ilk defa tüyleri diken diken oldu:

“Gür yeşil yapraklarla kaplı İnasa Dağı’nın yerini kırmızımsı kahverengi bir kayalık almıştı. Yaz yeşili dediğimiz yeşilliklerden bir ağaç yaprağı, bir ot sapı bile kalmamış mıydı geriye? Ah dünya çırılçıplak oluvermişti.”

“Matsuyama Kasabası semalarında beş yüz elli metre irtifadaki bir noktada plütonyum atom bombası patladı. Saniyede iki bin metre hızla hareket eden rüzgâr basıncı ile eşdeğer devasa bir enerjiyle anında yüzeydeki her şeyi paramparça etti, toza çevirdi ve havaya uçurdu. Ardından patlamanın merkezinde oluşan boşluk her şeyi emerek gökyüzüne yükseltti ve yeniden yere savurdu. 4982 derecedeki yüksek sıcaklıkta her şey yanıp kül oldu.”

Meryem şok olmuştu. Bu nasıl bir bomba? Bütün her şeyi süpürüyor. Umarım İsrail’de bu bombalardan yoktur diye dua etmeye başladı. Ama sonra aralarındaki mesafeden dolayı eğer bu bombadan atsalar kendileri de zarar görürler diye düşünerek kendini rahatlattı. Hem burada İsrail askerleri vardı. Yıllar evvel akrabalarının evlerini işgal eden İsrailliler de bulunuyordu.

Meryem, okudukça bu kitabın özetini İsa’ya anlatamayacağı düşüncesine kapıldı. Her gece kâbus gören kardeşine atom bombası görüntüsünü anlatamazdı. Dualarla uyuyup bomba seslerinin ninni gibi geldiği dönemler olmuştu. Ama bu kadarını kardeşi kaldıramazdı.

“Saat öğleden sonra beşti.     Böylece bizim Nagasaki Tıp okulu savaşı kaybetti ve küle döndü.”

Tıp okulunun küle dönmesi, yıllardır topladıkları bilimsel örneklerin yanması bunca senenin çöpe atılması demekti. Tedavi etmeye yarayan ekipmanlar da kül olmuştu.

“Bir hastanenin kül olması dünyada ses getirmiş olmalı” dedi Meryem.

Meryem, şu anki haline hamd etmeye başladı. Japonları bu hale düşüren de Amerika’ydı.

“Savaşın da bir kuralı olur.” Dedi Meryem. Kitabın devamında onu destekleyen cümlelere rastladı.

“Ah, bambu mızraklara karşı atom bombası! Trajikomik! Bu savaş olamaz. Savaş bu değil. İnsanlarımız sırf öldürülsünler diye vatan topraklarında sıraya diziliyordu. Bu ortadaydı.”

Filistin’in bambu mızrağı İsrail’in atom bombası vardı.

Akşam olmak üzereydi. Uyumadan bitirmek istiyordu.

“Diri diri gömüldüm ve tek bir yara bile almadım ancak bugün ölecekmişim gibi hissediyorum.”

Meryem yazıda ne denmek istendiğini anlayamamıştı. Sevdiklerinin ölmesi gibi yorumlamıştı. Kendisi bu duyguyu çok tatmıştı. Ancak kitabın ilerleyen sayfalarında radyasyon denilen şeyin atom bombasının etkisi olduğunu ve maruz kalanları yavaş yavaş öldürdüğünü öğrendi. Ve radyasyon vücudun iç kısımlarına nüfuz ederken sinirleri uyarmadığından söz konusu kişinin bunun farkına varması mümkün değildi.

Kitabın sonlarına yaklaşmıştı.

“O zaman Japonya kaybetti, öyle değil mi?”

“Tanrı, İntikam benimdir; ben geri ödeyeceğim der. Savaşı kimin kazanıp kimin kaybettiğinin önemi yok. Tanrının gözünde kim dürüst değilse cezasını çeker. İntikam bizim işimiz değil.”

Meryem bu yazıya hiçbir tepki göstermedi. Gönlü rahattı. Olacaklardan emindi.

Muğlak düşünceler içinde kitabı bitirdi. Babasıyla uzak diyarlardaki ülkeler hakkında konuşurlardı. Japonları ilk defa o zaman duymuştu. Ama çok güçlü bir ülke olduğunu biliyordu. Yaşadıkları onca şeye rağmen güçlü bir devlet olabilmişlerdi.

Başlarda Atom bombasıyla dehşete düşen Meryem kitabın sonunda rahatlamış, sadrında bir umut taşır hale gelmişti. Kitabın özetini İsa’ya anlatmaya karar verdi. Onun da gönlü ferahlamalıydı.

Kitabı kapattı ve sandalyeye koydu. Babası birazdan gelirdi. Hemen uyumalıydı. Her gece yaptığı şeyi yapmaya başladı. Gözlerini kapattı ve kutsal topraklarda olduğuna şükretti. Buranın ehemmiyetini unutmamalıydı. Filistin enbiya yurduydu. Ak Minare buradaydı. İlk kıble Mescidi-i Aksa buradaydı. Yüzlerce ayete konu olmuştu. İslam davasını güdenlerin yeriydi. İsra hadisesi burada olmuştu. İsa aleyhisselam burada doğacaktı.

Tebessüm halinde uykuya daldı. Mışıl mışıl uyuyordu.

Ve birden her yer bembeyaz oldu. Her şey çok hızlı olmuştu. Meryem hafifledi ve pamuktan bulutlara sarıldı.

Meryem nurlar içinde, Gazze ise kapkaranlıktı.

Dondurma araçları çocuklar için vanilyalı dondurma yerine beyaz kefen vermeye başladı.

Camilerde selalar, gökzüyünde bombalar eksik olmuyordu.

Dünya sessiz, mazlumlar elektriksiz ve aç kalmıştı…

İsa, diğer Filistinli çocuklar gibi kardeşsiz kalmıştı.

Meryem kalbindeki umut ile sonsuz hayata yürüdü.

İsrail, ellerini kana bulamaya devam etti ve bir gün sonra kilise bombaladı.

SON…

Japonlar kilise çanlarının çalınmasına müsade etmedikleri için cezalandırıldıklarını düşünüyorlardı.Peki ya Filistin’in ezanlarını susturmak isteyenler için ne düşünürlerdi?

İyi bir Müslüman kötü bir dünyanın şartlarını sineye çekerek yaşıyorsa hâlâ iyi bir Müslüman olarak yaşamakta olduğunu savunabilir mi?

(Rasim ÖZDENÖREN)

Tayyip Asar (Kasım, 2023)

Alıntı:

Nagasakinin Çanları