Varsayımlar Üzerine / deneme

Tunahan GÜDER (Sivas, 2023)

Bir “A” harfi, “A” harfidir öyle değil mi? Aksini iddia eden ya matematikçidir ya da delidir. Nitekim biz sıradan insanlar için A harfinin bir anda B harfine dönüştüğünü düşünsenize. Muhtemelen baba derken Tarzan gibi “Aaaa” diye bağırmaya veya “Bbbb” gibi bir şeyler demeye çalışacaktık. Peki A harfi ile nereye varmaya çalışıyoruz? Pandora’nın kutusunu yavaş yavaş açmaya başlayalım. Fakat bu sefer A harfi değil mevzu bahis olan şey. Bu sefer bir sandalye.

Sorumuzu tekrardan sormak istiyorum: Bir sandalye, sandalye midir? Mesela sandalyenin olduğu odadan çıkıp tekrar o odaya girdiğimizde bir koltuğa dönüştüğünü görseydik neler olurdu acaba? Sanırım odaya ilk girişimizde yeteri kadar dikkat etmediğimizi düşünürdük zira böyle bir şeyin gerçek olması iyi şeylerin habercisi olmazdı.

Peki biraz daha gerçek dünyadaki varsayımlarımıza odaklansak? Acaba orada da bunlarla karşılaşabilir miyiz? Yoksa bu tür sorular gereksiz felsefi oyunlardan mı ibaret? Cevabı bulmak için sabırla düşünmeye devam edelim.  

İnsanlar çeşitli tehlikelerden, mahremiyetten veya oluşabilecek sorunlardan kaçınmak amacıyla kendilerine evler inşa ederler ve orada kalmaya başlarlar. Bugün artık gökdelenlere sahibiz. Dahası yer delenler gibi çılgın projelerin tasarlandığını da görüyoruz. Peki nasıl oluyor da elimizle inşa ettiğimiz binalara korkusuzca girebiliyoruz. Burada da aslında varsayımlarla karşılaşıyoruz: Sezgisel olarak o binanın yıkılmayacağını varsayarak hareket ediyoruz. Peki ya yıkılırsa? İşte o zaman kimimizde az kimimizde çok ama bir şekilde bir iz bırakan, psikolojik rahatsızlıklara sebep olan hastalıklar meydana geliyor.  

Yukarıdaki örneklerde gördüğümüz üzere aslında varsayımlarla yaşıyoruz ve o varsayımların değişmesi durumunda ne kadar anormal durumlar ortaya çıkacağını da fark etmiş olduk. Bununla birlikte bu yazı da en anlam veremediğimiz kelime de herhalde varsayımdır. Neden “varsayım” kelimesini kullanıyoruz ki? Varsayım en nihayetinde sözlükte: Doğrulanmış, kanıtlanmış, gerçekmiş gibi kabul edilerek bir olayı açıklamaya yarayan bilimsel ilke, demektir öyle değil mi? İşte maalesef öyle değil. Bir de bu sorunun insan ile ilgili kısmını sorgulayalım.

Doğan Cüceloğlu’nun bir kitabında şu minvalde bir soruyla karşılaşmıştım. İnsanlar sorumluluklarını yerine getirdiği için mi istedikleri hakları elde ederler yoksa doğuştan o haklara sahip oldukları için mi sorumluluklarını yerine getirmelidirler? Bu soruyu bilgisine ve tecrübesine saygı duyduğum birisine sorduğumda bana bunun tüm haklar için geçerli olmadığını, insanın yaşama, barınma, fikirlerini özgürce ifade edebilme gibi temel haklara doğuştan itibaren sahip olduğunu söylemişti. Aslında haklıydı da. Evet tarihin bilinen ve bilinmeyen zamanlarında bu hakları elde edebilmek için sorumluluklarımızı yerine getirdik ama o günler geride kaldı ve bugün artık her dünya vatandaşı doğduğundan itibaren bu haklara sahip olarak doğuyor. Gördüğümüz üzere aslında bunu da böyle varsayarak hayatımızı sürdürüyoruz fakat bir düşünsenize ya bu varsayım da gerçekten böyle değilse, ya birileri dininden, dilinden, ırkından ötürü bu haklara sahip olmadan yaşamaya çalışıyorsa… İşte o zaman insan olarak mı bir travma yaşayacağız yoksa insanlık olarak mı?

Uygar bir dünyada bu temel haklarımızı elde etmiş olarak doğarız. Fakat bugün anlıyoruz ki insanoğlunun hayvani tarafı ortaya çıktığında maalesef onları elimizde tutabilmek için sorumluluğumuzu çoktan yerine getirmiş olmamız gerekiyor. Belki birer hayal ürünüdür ve belki kurgu ama Hayvan Çiftliği, 1984, Cesur Yeni Dünya gibi kitaplara baktığımızda bu kitaplarda tasvir edilen yönetimlerin günümüzde neyi temsil ettiğini anlamak zor değil. Şöyle etrafımıza dönüp baktığımızda da anlıyoruz ki Dünya’ya kim hakimse Dünya onun ahlakıyla hareket ediyor. Hala elimizde fırsat varken o halde yapmamız gereken şey şudur: Millet olarak ve Müslüman olarak artık silkelenip, özümüzde barındırdığımız o değerlere geri dönüp çalışmak, çalışmak, çalışmak ve tevekkül etmek. Çünkü maalesef dün nasıl bugünün aynasıysa bugün yaşadıklarımızda sorumluluğumuzu yerine getirmediğimiz müddetçe yarını yansıtacaktır. Ve o gün sıra kime gelecek bilemiyoruz. Nitekim bugün Gazze’de yaşanan insanlık dramı dün Bosna’da ondan önce tüm Dünya’da yaşandı. Sıranın kimseye gelmemesi için farklılıklarımızı bir zenginlik olarak görüp gayret etmemiz ve tefekkür ve teslimiyet içinde kalmanız dileğiyle..